8 Aralık 2008 Pazartesi

First Bajram in Sarajevo

This is my first bajram (it is written like that in Bosnian because there is 'y' in Bosnian alphabet :) here in Bosnia. I was excited how it would be here. The first day was even better than I expected. First, in the morning, I woke up with music coming from outside. Some guys were acting live music for bajram and, of course for getting tip also. Then I went to girls' dormitory to have breakfast with so many people. It was really nice. Especially the food part was really nice, I ate a lot :)) But how could I resist? Look at those..Then I have visited another dorm, again to eat :) By the way, I saw so many flower sellers on the streets, if someone would like to buy while visiting their friends, relatives etc. I also saw so many families who were going to visit in their nice clothes, as the same in Turkey. The day is not over for me yet, I have one more place to go, of course to eat again :)
...
The mosques are lightful all around the city. People tried to follow the rules of Kurban and tried to share among each other.
All in all, as how Bosnian says it, "Bajram Serif Mubarek Olsun!"

6 Aralık 2008 Cumartesi

Üniversitede Bir Hoş Sada

Dün akşam üzeri Hakan Albayrak bizimle idi üniversitede. Ben kendisini yazılarıyla tanırım, konuşmasını dinlediğim hiç olmamıştı. Faat fark ettim ki konuşması, yazmasından bin kat daha hoş. Yaklaşık 4 saat sohbet etti bizlerle. Sohbet diyorum ama aslında o konuştu, biz dinledik. Saraybosna'ya ilk geldiği zamanlardan (93 yılı) şimdiye değin Saraybosna anılarından bahsetti. Savaş zamanları tabii bunlar. Başlangıcı ise uzunca bir vakit Boşnak ne demek, Bosnalıların yüzyıllar öncesi tarihinde neler var gibi konulara ayırdı. Bereketli, zevkli, içten, doğal bir sohbetti velhasılı kelam. 4 saate yakın dinledik ama hiç usanmadık dinlemekten. Sağolsun... Aşağıda, onun dün bizlere dün seyrettirmek istediği ama teknik nedenlerle gerçekleşmeyen 'Saraybosna Sevgilim' belgeselinden ilk kısmı koyuyorum. Ha bir de Tezkire dergisinin bir sayısı tamamen bu isimle sürüldü piyasaya. Her bir yazıyı okumaktan büyük zevk almıştım. Hakan Albayrak ile Boşnak eşi Emira'nın da yazıları mevcut bu sayıda. (Bu arada, bana ait olmayan bu dergiyi sahibine versem bir an önce hiç fena olmayacak :)

5 Aralık 2008 Cuma

Ortaya Karışık

Until now, I have tried different living styles like living with my family, living in a dorm with people whom I have not decided to stay with, living in a dorm with people whom I have decided to live together wit living with my brothers without our parents, living in a corridor (means both be alone and not be alone) and now living alone in an apartment. It was one of my biggest dreams to live all alone by myself in my own apartment. Now I am having it. BUT... I am experiencing it just after another type of living style; living together with one whom you have decided to live together, even for whole your life... Yes, after experiencing this type of living, now my previous dream doe not seem so attractive anymore. Instead, I can not eat my dinner via sitting on a table but sitting on sofa next to TV. I am not so eager to cook, to shop, to clean so much around the apartment. Now I know that it is not the best type of living style if you have experienced the best one; to share with the one who you would like to share with so many things. Time is waiting for this nice way of living again.
...
Ömür denilen şeyde ekstra her gün belki de daha önceki eksikleri, aksaklıkları, hataları görüp düzeltilme şansından ibaret. Neden böyle düşünüyorum şimdi? Doğru diye sorgusuz hayatımda uyguladığım şeyler bir vakit gelip yanlışa götürünce ve bu olay sık sık yaşanınca, hem de bazen düşünce sistemimdeki temelleri hareketlendirir hale getirince nasıl olur da böyle düşünmem. Şimdiki olay ne peki? Sanıyordum ki genel öğrenci profilinden farklı, sorgulayıp, araştırıp öğrenmeye çalışan br öğrenci tipiydim üniversitede, en azından bazı dersler için. Gel gör ki "Statistics" dersi verdiğim şu dönemde bu yargımı sorgular oldum. Sonunda da tamamen aslında öyle olmadığına karar verdim, en azından bu ders için. Meğer hoca gelip yazmış, ben de anlıyorum sanıp, ek de okuma yapıp, formülü ispatı şudur budur uğraşınca sanmışım ki her şey yerli yerinde. Nerdeee! En basitinden şunlarda bile aksaklığım varmış meğer, test etmek istediğimiz şeyi neden hipotez testine alternatif kısma yazıyoruz, ne demek hipotez testi yapmak aslında, z ne, t ne, vs. vs. Durum şu ki, farketmesek de öğrendiklerimizi öğrendiğimiz kişiler bir çember çiziyor etrafımıza. Görülmez çember. Onların kendilerine daha önceden çizdiği ya da onlara da çizilen ve de belki fark etmeden başkalarına da çizdikleri... "Introduction to Probability and Stat,st,cs" dersinde böyle hissetmiyorum mesela. Çünkü ben lisansta böyle bir ders almadım. Çemberim olmadı etrafıma çizilen. Şimdi sınırsız bir alanda istediğimce at koşturabiliyorum. Sadece okul için mi bu böyle? Hayır, belki de yaşamın her alanı için! Bir teori ya da görüş vardı, kimindi hatırlayamıyorum ama, bu tarz çemberlerin olmaması için tüm ilk öğretenlerden ve öğretilerden uzaklığı savunan bir görüş. Marksizm kokuyor değil mi? Olabilir. Yorgunum, hep hatalarımı bulmaktan, düzeltmeye çalışmaktan... Bir gece de yastığa başımı koyduğumda uzun yıllar değişime uğramayacağını bildiğim bir şey olsa ya!

22 Kasım 2008 Cumartesi

First Snow of the Year in Sarajevo

We were expecting actually the first snow since few weeks ago because it started to become so cold here. Yes, it started to snow yesterday night; heavily... As usual, I do not know the reason still, but I became happy to watch it from the window. When I woke in the morning, I have seen that everywhere became white, clean and clear. Especially the tiny trees on which white snow became the part of their leaves, were very beautiful. But I was not so eager to go out and feel it by my own at least. Maybe this is one of the changes via getting older, I mean, I feel more comfortable to watch it without feeling and playing as we were doing during our childhood. But I needed to go out in the evening anyway. It was cold but nice. I have thought for a while, I could not stop thinking this :(, how these people survived during winter time when there was war. What did they eat, how did they get warmness etc. etc.? Maybe still I am affected by the movie ,that I have watched recently about Sarajevo, called Perfect Circle produced by Abdulah Sidran who is one of the best producers of this country. Anyway... It was snowing here in Sarajevo which was enough to make me happy.
...
Belki de şimdi güzel bir vakit Cem Adrian'ın Kar'ını dinlemek için. (Benim bu adamı bir vakit canlı dinlemem gerekiyor sanırım)

17 Kasım 2008 Pazartesi

My Birthday (The day that I have started to be existent!)

One year after, again, the time came for my birth-day :) I am exactly 26 now, wouv sounds so much! I do not feel bad, sad or regretful about my past. Just I am trying to look how all my past years passed, in good way or bad way, and if they have passed not so good why and how I can make them better for future... Of course we are human being and having mistakes all the time. But there are always ways to correct them. We have capacity as a human being to do this. Even to notice and accept them and try not to do the similar ones again can be enough so many times, I am thinking at least :)
...
Eee yeni yaş demek bir nevi yaş (lanmak) da demek tabi. Peki yaşlandığımı nasıl anlıyorum?

a)Eskisi kadar çevik değilim, çabucak yoruluyorum (Gözlerim de eskisi kadar iyi görmüyor galiba :)
b)Çocukları ve çiçekleri çok seviyorum (eskidens evmiyordum da ya da sevmediğimi iddia ediyordum :)
c)Çabuk hisleniyorum, gözlerim doluveriyor. (Ne diyordu Sezen Aksu bir şarkısında; "olur olmaz yere ıslanıyorsa kirpiklerin artık, anneni daha sık anımsıyor hatta anlıyorsan..."
d)Ben gençkene futbolcu olanların hepsi şimdi teknik direktör oldu (Ertuğrul Sağlam, Aykut Kocaman vs.)
e)Bekliklerini bildiğim nice sıpalar üniversite öğrencisi oldu.
f)Toplu taşıma araçlarında daha sık yer veriri oldular.
g)Yine ben gençkene filmlerde gördüğüm yüzler teker teker göçüp gitmeye başladı.
...
"... figüranlar beni oynar doğumgünümde... başladığı yerde biter bütün yolculuklar..."
Kendime armağan edeyim barim Servet Kocakaya'dan Doğumgünümde'yi...

8 Kasım 2008 Cumartesi

Şehir

A. Hamdi Tanpınar'ın 'Beş Şehir'ini okumaya başladım. Eserdeki şehirler, üstadın bulunduğu ya da kendisi üzerinde izler bırakan Ankara, Konya, Erzurum, Bursa ve İstanbul... Düşünmeden edemedim ki bunlar onun Beş Şehri, peki ya benimkiler? Belki yaşım dolayısı ile benimkiler henüz 5'i bulmuyor ama listem oldukça haşmetli en azından: doğup büyüdüğüm şehir olan Manisa, üniversite hayatım boyunca bulunduğum ve Manisa yıllarında dahi hayallerimin baş köşesi olan İstanbul, bir vesileyle yolumun uzandığı ve de bir buçuk sene içerisinde misafir olduğum, eşimle beni buluşturan şehir Linköping ve de şu an itibariyle ikamet ettiğim, her ne hikmetse Manisa yıllarımda yine hayallerimin bir taraflarında olan dede yadigarı şehir Saraybosna! Ne ilginç bir karışım değil mi; Manisa, İstanbul, Linköping, Saraybosna... Hepsine dair çok sözler var içimde ki üzerlerinde bir eser yazılma kategorisinde olmaları da bu yüzden. Her bir şehirden ayrılırken aramızdaki ilişkinin hangi boyutlarda kaldığını bilmiyorum ama sanmıyorum ki bir şehirle olan bütün bağınız kopabilmiş, aranızdaki alıp verme işi tamamen halledilmiş olsun. Bir şekilde ekleniyor içinize işte. Sanıyorsunuz ki bulunduğunuz yerde sabah kalkıyorsunuz ve de bir ek o sabaha uyanıyorsunuz. Değil aslında! Nice sabahlarına uayndığınız o bütün öbür şehirlerin sabahlarına da uyanıyorsunuz aynı anda. Hangi otobüsler yola çıkıyor sabahın o vaktinde, hangi okullara gider şehrin çocukları, ağaçlarından hangi tür yapraklar boşanır, yağmurları nasıl yağar hepsini hepsini biliyorsunuz, verili oluyorlar içinizde.
...
"Beş Şehir'in asıl konusu, hayatımızda kaybolan şeylerin ardından duyulan üzüntü ile yeniye karşı beslenen iştiyaktır." (A. Hamdi Tanpınar, Beş Şehir, 1999)

18 Ekim 2008 Cumartesi

When I dream...

What does 'dream' mean actually? How does it occur? And according to what circumstances does it arise? What are they telling us? Or do they suppose to tell anything? What can we expect from our dreams? Or can we expect something?
...
I do not since when I have been interested in with them but my interest did not go further than to write down some of my dreams, the ones that I would like not to forget, instead of trying to get the meaning of them. I have also no exact answers for above questions but maybe I can only say that sometimes I am expecting something from my dreams. For example; not to dream my common nightmare which damages my sleep with sharp screams almost in every 1 month. I have no idea why I am always dreaming the same nightmare but just I expect not to dream it so often. Of course I am expecting nice and beautiful ones instead, which can soften my sleep. Yesterday night, it came true. I have not have more beautiful one since long time. It is always hard to tell the details of a dream and it is even more hard to reflect similar way of feeling that I feel during a dream. But anyway... You and me, without almost any physical burdens and especially without having any feet, were flying on a wide land. But it was a close fly to the ground on the other hand. I could feel the wetness of the green grasses and even could dive and feel the water of a nice sea. We saw so many different things during the trip and at the end, we settled next to a building where its short walls let us to watch a beautiful sky full of with stars. Maybe it is just a poor happiness, who knows, but it is totally enough to keep me happy for whole day :))

13 Ekim 2008 Pazartesi

Nobel Prize for Economics 2008

Hejjooo, Paul Krugman got the nobel prize in economics, finally! Cong.

6 Ekim 2008 Pazartesi

Back to Sarajevo

After 2 month vacation in Linköping, I have turned back to Sarajevo on saturday night. Trips are never easy! I woke in the morning in Linköping/Sweden and I ended up in Sarajevo/Bosnia in the evening. What a change! Suddenly Swedish speaking people switched to Bosnian speaking ones but there is still a common point for me that I can not understand any of them. As soon as I arrived, rain met me here. Never ending rain... While I was looking around me when I was in taxi, I noticed so many commercials about political parties and their candidates. Then I understood that there should be elections soon. Ya, was right! The local elections were held just yesterday. Being a foreign is something like that. You even do not know when the elections are. All in all, it was nice feeling to come back, I think I have missed to be here. And also missed our apartment. But it is pity that my lovely guy needs to stay in Linköping. Well, it is time to be patient about being apart but it is hard to be alone when I got used to be two. Let's see...

16 Ağustos 2008 Cumartesi

Yine Yeni Yeniden Linköping!

Bundan yaklaşık 2 yıl önce yolum ilk kez yurtdışına düşerken tanış olmuştum Linköping ile. Bir kaç gün içinde yine oralarda olmuş olacağım, başka başka vesilelerle. 2 yıl öncesi ve şimdisini karşılaştırınca inanamıyorum değişen bunca şeye. Şükür ki değişenler yüzümü güldürüyor, değiştirene hamd olsun! Bosna'da okulum açılınca yeniden burada olacağımı, evimin, işimin burada olduğunu düşünerek Linköping'e gitmek garip bir ferahlık veriyor. Güzel bir tatil olacak inş.
...
Bu gece idrak edilecek Berat Kandiliniz şimdiden mübarek olsun. Yapılanlar, yaılmayanlar, söylenenler, söylenmeyenlerle her şeyin ahiretvari bir tartıya vurulması dileği ile...

13 Ağustos 2008 Çarşamba

City Exploration+War+Small Fun

City exploration continues for us in Sarajevo. Recently, we walked through one of the famous parts of the city which is called Kosevo. The area is famous since it includes important stuff around it like US embassy, local governmental offices, the biggest hospital of Sarajevo, parks, Olimpic stadium and historical buildings. Despite the weather was quite warm, we tried to walk as much as we could. The start of the road was quite wide and nice to walk.
It was the same road where we saw so strange buildings.I was talking with one of my friends about the architectural structures of London where the historical tissue could be preserved successfully. Actually, I have seen the same thing in Paris. I became so confused because after I started to take the pictures of historical buildings I noticed that they are everywhere! And if I continued to take the picture of all of them there would be no end for this. Unfortunately it is not so valid for Istanbul. We have only special covered places -for turists especially. For example; Sultanahmet, Taksim. Again unfortunately it is similar here in Sarajevo. Not because of the war only but because of the communist periods... When I look at these giant buildings from those periods, I can only think how they are out of being humanistic, aesthetic and artistic. But still it does not mean that the city has no architectural wealth. Especially on the area where we went, there were quite much examples of the buildings from Austria-Hungary period.
By the way, as a small note, I did not know that Bosnia was the only place where Ottoman did not fight to keep and made agreement to leave to another empire i.e Austria-Hungarian empire. Even it was said that the religious authority of Bosnia during those times was saying that "I wish that the Ottomans would give Istanbul rather than Sarajevo." At the end of our walking, we saw the outer side of olimpic stadium where 1984 winter olimpic games were held. I think there is also museum inside it but for this time we did not visit it....
The ambiguities about the situation between Georgia and Russia still continues and there have been so much views about it, I would like to share my personal view about it. First of all, I do not think that any of these two parts are totally right but at least Russia seems to me more right than Georgia and especially than Saakaşvili. I do not understand how the Georgian governmental side can behave as the innocent one because they were the first ones went inside South Ossetia. I also do not understand to whom or what they trusted while they were entering inside South Ossetia, US, Nato, European countries? Another interesting situation from the war was contradictory news coming from both sides. According to the news quoted from world-wide news by on 'ntvmsnbc', it was 'loose-loose' war from the very beginning and the biggest looser was Saakaşvili. (Look below)

"The Independent “Tüm bu NATO’YA alma vaadleri Gürcü maceracılığını cesaretlendirdi. Devlet Başkanı Saakaşvili’yi, NATO’nun kurucu üyelerinden biri gibi hareket edebileceğine inandırdı. O da buradan, herhangi bir zarar görmeden Rusya’yı kışkırtabileceği sonucu çıkardı.”

“Kazan-Kazan” teorisine atıfla “Bu en başından beri Kaybet-Kaybet çatışmasıydı” ifadesini kullanan İngiliz The Guardian Gazetesi de en büyük kaybedenin Saakaşvili olduğuna vurgu yapıyor: “En büyük kaybeden ise Gürcistan Devlet Başkanı Mihail Saakaşvili. Rusya’nın Güney Osetya’yı geri almaya çalışmayacağını düşünüp kumar oynadı ve kaybetti. Gürcistan’ı birleştirmek temel hedefiydi. Ancak şimdi kazanmak bir yana daha fazla toprak yitirdi. Güney Osetya’yı tamamen kaybetti. Abhazya’dan bir askeri saldırıya da hedef olabilir. Rusya da bedel ödedi. Komşusunun egemenliğindeki bir bölgeyi işgal ederek, tüm bölgeyi tedirgin etti."

Although I agreed these indications mentioned above, I think the biggest loosers were regular people, as usual in all war. Because lots of people has died just because of the gambling of their president while he is still alive!
...
Bu iç burkucu konunun ardından bugün 'ntvmsnbc'nin sayfasında denk geldiğim ve beni gülümseten bir yazıdan bahsetmek istiyorum biraz. Konu, günümüzde beddualar. Çağın değişimine ayak uyduran unsurlardan birinin de beddualar olduğuna dikkat çekiliyor yazıda. Hepimiz biliriz klasik bedduaları; Allah belanı versin, İki cihanda yüzün gülmesin gibi. Şİmdilerde bunun yerini şunlar alıyormuş efendim; içtiğin çay klavyene dökülsün, kapsama alanı dışında kalasın, Ergenekon iddianamesinde adın çıksın (ben en çok buna güldüm :), kalçana paparazziler takıla vs. vs.

5 Ağustos 2008 Salı

A Song From Dino Merlin

I wrote about Dino Merlin`s concert before. Maybe it is nice now to put songs also from him. Actually I became a bit surprise because his new songs especially sound more rock. The song that I would like to share was the song that the people wanted to hear from Dino Merlin during the concert again and again. Actually, this is one of my bests from him either. I would like to unerstand also word by word what he is saying. But music includes its magic at this point maybe because despite I do not understand the lyrics, it effects me emotionally a lot.

4 Ağustos 2008 Pazartesi

National Museum of Sarajevo

This is the first time that I am writing to my blog via my new operating system called Ubuntu. If you aso became so tired of Windows and viruses, I suggest this operating system. It is good that there is someone else around me who understands about computers. think I made my poor husband enoughly crazy with my stupidity about computers. So, if I can manage to use this new operating system, I am sure it should not be so hard so many people :) Ok, that is enough commercial I guess.
...
We had been in national museum of Sarajevo around 1 week ago. Actually I would like to see it so long time ago but I could not have possibility. Now, it was the time. The museum is somewhere in the middle of the city but closer to the center. Despite it got so much damages during the war, it is one of the ones renovated quickly. The general view of it can be seen below:
The museum consists of three basic parts; archeology, animals and flowers (fauna and flora), botanic garden. Our museum visit started with archeology part where the remains (stones, weapons, potteries, coins etc.) from ancient times are exhibited. It was interesting to see that the basic remains are weapons and jewelries, two important stuff for men and women.By the way, the museum includes a part for historical books but it is totally under protection and it is impossible to get closer to them. Our second stop inside the museum was botanic garden which is not so big but calm and peaceful with all the flower, trees and some old remains (graves especially) around it.
The last part where the animal and flower species are exhibited is quite big and it is full of with stuffed real animals. They evenput sound effects about the animals, especially the wolves. It was a bit scary I need to confess. I especially liked the part in which different types of butterflies are collected.
All in all, if one day you way reaches to Sarajevo, it is one of the places where you can visit. The building in itself is also quite historical and the tickets are not so expensive at all, 5 km (around 5 ytl) per person. One bad thing about the museum is, all the notes and information inside the building is in Bosnian!

29 Temmuz 2008 Salı

Bir Yazi

Karadzic`in yakalanmasinin ardindan burada hemen her gun onunla ilgili haberler yer aliyor televizyonlarda. Ilginci su ki, gerek kendisi gerek de Sirp milliyetciler onu bir Sirp kahramani olarak kabul ediyorlar. Ulkesi adina onemli (!) isler yaptigina kanaat edip vicdanlarin temiz olduguna hukmediyorlar. 1 olay farkli yerlerden farkli hissiyat ve dusunlerle nasil farkli yorumlanabiliyor boylesine?! Tum bunlarin arasinda bugun ntvmsnbc`nin sitesinden okuyup hosuma giden bir yaziyi sizinle de paylasmak istedim.

(Mete Cubukcu): 1995 yazında Serebrenica’dan Tuzla’ya kaçan binlerce kadın, yaşlı ve çocuk havaalanındaki derme çatma çadırlara sığınmıştı. İlk göze çarpan erkek sayısının yok denecek kadar az olmasıydı; olanlarsa yaşlılardı. Binlerce kişi kocasını, oğlunu, kardeşini geride bırakarak kovulmuştu. Gazeteci olarak Serebrenica’da korkunç olaylar yaşandığını duymuş ancak henüz doğrulatamamıştık. Zaten o dönede Sırp bölgesinden haber alabilmek çok kolay değildi.

Tuzla Havaalanı’ndaki kadınlar ise ne yapacaklarını bilmez halde bizden yardım bekliyor, kocalarının, çocuklarının isimlerini bizlere verip yaşayıp yaşamadıklarını öğrenmemizi istiyorlardı. O acı manzara karşısındaki çaresizliğimiz insan olarak bizleri çok yaralamıştı. Gazeteciliğin “ateşle imtihanı” durumlarından biriydi Daha sonra binlercesinin Sırplar tarafından katledildiğini öğrendiğimiz erkeklerin kadınlarıyla karşıyaydık işte. Yapabileceğimiz tek şey Tuzla’daki BM ofisine o isimleri ulaştırmak olmuştu.

Haberci olarak ise o kadınların seslerini dünyaya duyurabilmeye çalışmıştık. Sonradan neden sadece kadınların Serebrenica’dan sürüldüğünü öğrenecektik. Sıcak bir yazdı; insanlar kavruluyordu. Ama onları kavuran, çaresizlik, haber alamama, dünyanın duyarsızlığı ve BM’nin bile bile binlerce kişiyi Sırp kasaplarına teslim etmesiydi. Kime kızacağımızı bilemiyorduk. Haberci olarak kızgınlığımızı habere yansıtmamaya çalışsak da ortada büyük bir cinayet, etnik temizlik ve alçakça bir durum olduğunu biliyorduk.

Sırp faşistlerin katliamları karşısında “objektif” gazetecilik adına, hissizleşen, objektiflik adına eşitsiz güçleri eşitmiş gibi yansıtan, kurbanla katili aynı kefeye koyan, böyle bir durumda taraflara eşit uzaklıkta durmaya çaba gösteren bir ekolü temsil etmiyorduk. En azından ben etmiyordum. Tıpkı faşist Nazilerle soykırıma uğrayan Yahudilere ya da Filistinlilere bunca yıldır çektirdikleri eziyet karşılığında İsrail politikasına eşit yaklaşmadığımız gibi.

Faşist Sırp çetecileri Çetnikler’in çektirdikleri acıları kadınların ağzından yansıttık. Mektuplarını haber yaptık ve katliamların devam ettiğini vurguladık. Daha sonra da ne kadar haklı olduğumuzu gördük. O yaz çok zor geçmişti. O kadınları geçmişlerini yitirmişlerdi. Aralarında tecavüze uğrayanlar da vardı. Tuzla’daki rehabilitasyon merkezinde toplamışlardı onları. Aralarında intihar edenler oldu. Bazıları ise kaçırılıp Belgrad’taki batakhanelerde satıldı. Tuzla’daki merkezde kadınlarla görüşmek için koşulları zorlamadık. Gazetecilik vicdanımız o duruma el vermedi.

Onlara yeniden o anları tekrar yaşatmak doğru değildi. Ama merkez yöneticisi her şeyi bütün korkunçluğu ile anlatmıştı. Bosna savaşının en çok vurduğu da kadınlardı zaten. Ve hala vicdanlarındaki yüreklerindeki çizikler geçmiş değil. Sırp katiler yakalanıp adalete teslim edilse de o çizikler uzun yıllar kapanmayacak gibi görünüyor. O günlerde yaptığımız haberlerle insanların şimdinin moda tabiriyle farkında olmalarını sağlayabildik mi, Bosna’da katliam yaşandığını insanlara iletebildik mi bilemiyorum. Ama o korkunç olayları yaşayanlara borcumuzu hiçbir zaman ödeyemedik, ödeyemeyiz de. Sonuç olarak gazetecilik böyle bir insanlık durumu.

Bu yüzden sadece Karadziç’in yakalanması uluslar arası alanda 13 yıl sonra gelen bir başarı olsa da o kadınların ve bizlerin vicdanını rahatlatamaz. O günlerde Saraybosna kuşatmasını sadece televizyonlardan seyreden Sniper Avenue’da her gün insanların arenadaki hayvanlar misalini öldürülüşünün çetelesini tutan, Yugoslavya’da milliyetçiliğin kabarışını provoke eden, olan bitene göz yuman bir uluslararası toplumun Karadziç’i mahkûm etmesi, bu suçluluk duygusu karşısında onların vicdanlarını rahatlatabilir.

Etnik milliyetçiliğin, bilinç altına itilen düşmanlıkların bir gün önce ekmeğini paylaşan insanları bir gün sonra komşusuna tecavüz edecek kadar yabancılaştırdığını Bosna’da gördük. Milliyetciliğin nerelere varabileceğini, insanların nasıl bir akıl tutulması yaşayabildiğini onlarca yıldır “birlik” görüntüsü altında nefretin nasıl yaşatıldığına tanık olduk. O zaman Sırp-Hırvat milliyetçiliğiydi bu. Şimdi başka bir coğrafyada başka milliyetçilikler kolayca aynı korkunç tabloları yaratabilir.

Çünkü Bosna tek suçlu Karadziç değildir. Onunla birlikte olan, tetikçeken, tevavüz eden yüzlerce kişi şimdi Sırbistan sokaklarında dolaşıyor. Peki ne olacak Karadziç’in yargılanması her şeyi halledecek mi? Uluslar arası toplumun vicdanını rahatlatacak mı?

Arent’in söylediği gibi Nazi Almanya’sında toplama kampındaki görevlilileri hepsi sapık katil ve Nazi ruhlu insanlar değildi. Onlar devletin kendilerine veridiği görevi yerine getirdiklerini düşünen “iyi” insanlardı. Yugoslavya’da Kardziç’in peşinden giden onun emirlerini kanlı katliamlara çeviren sırandan tetikçiler de “milliyetçilik” adına iyi şeyler yaptıklarını düşünmüşlerdi.

Gecen yüzyılın gördüğü son büyük katliamın kadınlara yüklediği acı büyük oldu. Ama maalesef bu konuda da tedbir almak için bunların yaşanması beklendi. Örneği, tecavüz artık bir savaş suçu kabul edildi. Bir savaş silahı olarak kullanılması yasaklandı. Ülkelerin bekalarını milliyetçilikte, bölünerek yaşamakta değil birlikte eşit şartlarda yaşamak ve zor olanı başarmak olduğu Bosna’da test edildi. Ve bu test zor olanın yani birlikte yaşamın başarılmasının gerekliliğini ortaya koydu. Hem Türkiye’de hemde başka coğrafyalarda Bosnalı kadınlara borumuzu ödemek için bunu başarmak zorundayız.

27 Temmuz 2008 Pazar

Reality?, Dream?

I am on the sofa and watching news from Aljazeera from our cable TV -by the way, it is such kind of a trend in Bosnia that almost all apartmens have cable TVs- for quite long hours. After a while I notice that my brain (only brain?) is irritated by the news about explosions, nuclear weapons, terrorist attacks, famine, typhoon etc. all around the world. Dead bodies, screams, shouts, cries are passing one by one first from my eyes and my brain and my heart... I just remember these verses from the Quran: "Behold, thy Lord said to the angels: `I will create a vicegerent (khalifa) on earth.` They said, `Wilt Thou place therein one who will make mischief therein and shed blood?- whilst we do celebrate Thy praises and glorify Thy holy (name)?´ He said: ´I know what ye know not." (The Cow: 30) I am thinking how actually angels were knowing that the human being would make mischief and shed blood on earth. I know their all knowledge is from the God but according to what? Did they see any experience of human being or just did they recognize the potential of badness inside them? Moreover, the God told to the angels that ´I know what you do not know!´ It was not saying that `You are wrong, they will never do any of these ones` but somehow it means that `Despite what you are saying about human being is true, it is just a part of a truth. I know the other parts of the Truth which gives me motivation to create them.` Somehow it means that `Because of these other parts of the reality, it is totally worthful to create them.` What I am watching on TV reflects the first part of the conversation, the part where the angels are questioning the essence of the human being. But what keeps me hopeful is the knowledge of the second part of this conversation.

22 Temmuz 2008 Salı

God Bless Bosnia!

Maybe some of you heard about this new from TVs and newspapers, but I would like to write a bit about it because that I am now so close to the happenings. Yesterday night, the war criminal Radovan Karadzic was arrested in Serbia, Belgrad. I was almost on the way to sleep and started to hear klaxon coming from the cars. I could not understand what was happening but now I know that Bosniaks were celebrating his arrest occuring 13 years later after the war. I do not know the details but it is my personal idea that probably he has been in Serbia since 13 years but Serbians decided to arrest him just now since they are so eager to join EU. Sorry, I can not write these explanations in English but the situation can be interpreted as: "Hey gözünü sevdiğimin AB'si, sen nelere kadirsin!"
...
As a small note, I have a memory in my mind about Karadzic from BBC's documentary about Srebrenica. He was the leader of the soldiers who occupied the city and in a video taken by themselves he was giving a small speech and exactly saying these words: "Now, 11th. of July 1995 is a HOLY DAY since we came here and conquered the muslims, Turks!" It is quite common expression here to call muslim people (Bosniaks) as Turks because of Ottoman heritage.

20 Temmuz 2008 Pazar

Pocitel+Blagaj+Mostar ve Dino Merlin...

Gezmenin ve etkinlik katılımının sınırlarını zorluyor beden ve ruh ikilim şu aralar. Dün itibariylen kapsamlı bir yolculuk çaldı kapımızı. Kalabalık bir öğrenci güruhu ile Mostar tarafına doğru yola koyulduk sabah erkenden. Bu arada şunu fark ettim ki, yaptığımız geziler buraya yaz kursu için gelen öğrencilerle olduğu için gözlem şansım oldu, yeni nesli memnun etmek çok kolay değil. Kendimi hakkaten baya yaşlı hissediyorum onların yanında. Mesela tarihi bir camiyi ziyaret ediyoruz beraber, diyor ki bir tanesi ; "ne özelliği var şimdi bunun?" Tabi aynı anda video çeken, müzik dinlenilen kompleks el kadar telefonların üretildiği çağda taş yığını hatta yıkık taş yığını bir cami pek de heyecanlandırmıyor onları. İstiyorlar ki camide de bir atraksiyon olsun. Işın çıkarsın mesela, etrafında dönsün vs. İsteksizler, yorgunlar, meraksızlar ve heyecansızlar. Tabi bu bir genelleme ama yaygın bir genelleme. Neyse... Yolumuz bu defa güneye doğru, daha ılıman iklimin hakim olduğu Hersek tarafına doğru idi. Yol bazen yalçın kayaların etrafından, tünellerden, bazen de yemyeşil nehir kenarlarından devam etti. Meşhur Neretva ile de tanışmış olduk. Ne güzellik ya Rabbim!
Yaklaşık 2 saatlik bir yolculuğun ardından önce eski bir Türk köyüne, herşeyiyle geçmişinden korunan, Poçitel'e gittik. Köy dediysem bildiğiniz köylerden değil pek. Öncelikle yaşam alanı olarak değil de daha çok turistik amaçlı hazırlanmış pek çok şey. Bir hamam, bir saat kulesi, bir cami, bir medrese ve de tepede bir kaleden oluşan...
Bu arada, bir parantez açmak istiyorum buranın köylerine dair. Bizim memlekette köy dedin mi gelişmemişlik, mahrumiyet, bakımsızlık gelir akıllara çokça. Oysa Bosna'ya geldiğimden beri gördüğüm köyler bizim sahil yerleşim yerleri ile aşık atar nitelikte. Dün yol boyu gördüklerim bana Çeşme-İzmir yolundaki yerleşim yerlerini hatırlattı. Devam edelim efenim... Poçitel'in ardından Blagaj ya da Sarı Saltuk tekkesine uğradık. Rivayetlere göre Sarı Saltuk, talebelerinden kendisi için ölümünden sonra hazırlanmak üzre 8 tane tabut yapılmasını istemiş. Ve de bunalrın farklı yerlere gömülmesini... İşte bu 8 farklı yerden biri de Mostar'a 10 dk. uzaklıktaki Blagaj'da.

Tekkenin bulunduğu yer o kadar güzel ki! Yüksek bir dağ yamacının eşiğindeki bir mağaranın dibinde, nehre bakan şirin bir tekke Blagaj tekkesi. İlginçtir ki bana ferahlığı, sükuneti hatta itikafı çağrıştıran bu yerlerin etrafı şimdilerde restoran ve de turistik eşya satan yerlerle dolu. Eee devran dönüyor işte durmadan.Ve sonraki durak Mostar! Aslında tamamen Mostar'ı gezdik demem yanlış olur çünkü Mostar demek daha çok köprü ve etrafındaki eski yerleşim yerleri demek ki biz de oraları gezdik yalnıcza. Evet, sonunda Mostar köprüsünü canlı canlı görüp hatta üzerinde yürüme şerefine nail oldum. Onca şeyden sonra hala o kadar ihtişamlı ve güzel ki! Her bir duruşu fotoğraf çekenlere ayrı bir poz niteliğinde. Objektifi ona çevirip de çirkin fotoğraf çekmem imkansız adeta.Her ne kadar bazı kişiler suya girmeyi deneseler de, hatta bir tanesi biz orada iken kendini köprüden soğuk sulara balıklama slaıverdi para karşılığında, ben ancak ayaklarımı buluşturabildim Neretva ile. Su o kadar soğuk ki! Neretva'da ayaklarım :)
Mostar köprüsünün hemen yakınında ona çok benzeyen daha ufak bir köprü daha bulunuyor. Şehrin iç taraflarında ise savaştan izler pek silinmemiş gibi. Binalar hemen hemen olduğu gibi duruyor öylece.
...
Bütün gün boyu süren bu yolculuklar beni kesmemiş olacak ki Saraybosna'ya geldiğimiz gibi bir sonraki durağa uzandım heyecanla; Dino Merlin konseri. Kendisi İstanbul'a geldiğinde gitmeyi çok istemiştim ama nasip olmamıştı. İşte bu defa onu kendi evinde izleme şansım oldu. "O şarkı söylediğinde Balkanlar'a barış gelir!" dedikleri yaşlı kurt. Bosna'nın en büyük stadyumunda nerdeyse boş tek bir yer kalmamacasına doluydu etraf. Eee 4-5 senede bir konser vermesi hasebiyle özlemliydi Bosnalılar herhalde. Ben de nasipliydim :) Sahneye çıkarken dev ekranda saatler geri sayım yaparken bir yandan da kalp atışı efekti vermeleri çok güzeldi. Sahne performansı da çok hoştu konser boyu. Sanki özel hazırlanmış gibi bir süre sonra sahnenin tepesinden harika bir dolunay çıkınca herşey tamam oldu. Her ne kadar çoğu zaman konuşmalarını ve de şarkı sözlerini anlamasam da o hep bir ağızdan söylenen şarkılar, o toplu coşku yok mu, içine çekiverdi.
Güzel bir gün oldu arkada kalan vesselam!

17 Temmuz 2008 Perşembe

Travnik!!!

We got a chance to see another city in Bosnia. Well this time the visit was as a usual trip rather than special one like in Srebrenica. First, we were on the unique freeway of whole Bosnia and this solely road is just 27 km! But it was so nice to see outside scenes which were generally green areas and cute houses. A scene from the road can be seen below:Here, there is really nice tradition that I am crazy about. Almost all the houses have so nice flowers with different and lovely colors. Let's see when I can get my lovely ones?! Our trip took one and a half hour. I have learned that the city is especially famous with the vezirs that they served during Ottoman Empire. Another thing hat I have learned about Travnik is that during the war times, they paid money and got mines to put them all around the mountains for protecting their city from Serbian attacks. Indeed, they were successful because today it can be easily noticed that the city did not get so much detriment as the other cities. The city is famous about its fortress whose photos can be seen below:

Another famous thing about the city is really old mosque from Ottoman period. I liked this mosque quite much because first of all, it has so interesting figures on its outside walls. It is known that the mosques generally do not have miniatures on their outside walls. But this one has! And secondly, inside the mosque, all the things are maden from wood and so colorful. The pictures from the mosque are below:Yeees, there are more things about Travnik. I really liked the river going insdie the whole city and on some parts of this river, a special type of fish called trout (alabalık) is feed. So, it is so good idea to eat this fish there as freshly as possible.
I do not like to put special photos on my blog but I think the one that I was taken inside the medrese of Travnik is not inside this category. Do not you think? :)

On the way to return, we visited a small village called Ahmic. The importance of this village is, during the war time, almost all the residents of it were collected by the Croatians and put insdie the mosque and then burned! The mosque was repaired now and there is a long list of died people just at the front of the mosque. We could talk with the imam of the mosque for a while and he said that now there is not so much Croatian left here and generally we do not talk with them so much. Every part of Bosnia has so much memories from the war, hard to neglect, forget them!

14 Temmuz 2008 Pazartesi

Srebrenica, 11 July 2008

Başlıktan da anlaşılacağı üzre bir kaç gün önce 13. yılına girilen Srebrenica olaylarından ve de oraya yaptığımız gezisinden bahsedeceğim. Lakin bu o kadar da kolay değilmiş ki bütün metni ve fotolarıyla hazır hale getirdiğim yazımın silinişinin ardından (tamamen teknik beceriksizliğimden kaynaklıyor yine :( kendimi tekrardan baştan sona yazmaya hazır hissediyorum şu an. Bakalım kalem (tuşlar) nereye vardıracak kelamı bu defa!
...
Srebrenica'ya yolculuk belki de herşeyden önce yürek burkucu bir belgeselle başladı. Gitmeden 1 gün önce televizyonlarda gösterilmeye başlanan belgesellerden biri idi, BBC'nin hazırladığı İngilizce ve Boşnakça karışık bu belgesel. Olayı gün gün aktarıp tanıkların yaşadıklarından kesitler sunuyordu belgesel. Sahi neydi Srebrenica'da yaşananlar? Niteliğe vuracak olursak bir kaç kelimeden baretti; 20.000 Boşnağın katliama uğraması... Halbuki niceliğe gelince ne kadar çok şeydi vardı anlatılacak; Hollandalı 'barış-gücü' askerleri bölgeyi 'safe-area/güvenli alan' ilan edince Boşnakların sevinci vardı mesela ya da aynı askerlerin Sırp gücünü görünce alanın pek de güvenli olmadığına karar verip koruma altındakilere "başınızın çaresine bakmanız gerekiyor" deyişleri... Sonra da Boşnakların başların çaresine bakma çabaları... Kadın ve çocukların erkeklerden Sırplarca ayıklanışı/koparılışı ve de bu ikinci grubun hayatta kalma çabaları... Neticesinde birbirini bir daha hiç göremeyen ancak yıllar sonra DNA testlerinden bulunan cenazeler sayesinde bir bakıma vuslat yaşayan insanlar ( ama evvela da kadınlar), yerlerinden yurtlarından olanlar, genişçe bir alana yayılmış bembeyaz mezar taşları, yakılmış-delik deşik edilmiş-terkedilmiş evler, sokak taşlarına kadar sinen ve belki de hiç silinmeyecek olan hüzün... Yola çıkmak daha da bir ağırlaşmıştı belgeselin ardından. "Ya anlayamazsam, hissedemezsem, paylaşamazsam"ın korkusu sarmıştı, büyük sorumluluktu artık yola çıkmak.
...
Sabah 3'te kalktık yola çıkmak için. Hoş, ben heyecandan o ana kadar da uyuyamamıştım pek. Güvenlik açısından konvoy eşliğinde yola çıkılması gerektiği için bekleyiş uzun sürdü ve ancak 7'de ayrılabildik Saraybosna'dan, 9-10 otobüs insan ve polis araçları eşliğinde... Bosna'ya geldiğimden beri Saraybosna sınırlarından ilk çıkışın heyecanı da sardı beni hemen. Çok yorgun olmama rağmen hiçbir şeyi kaçırmamak adına gözlerimi dört açtım (açmaya çalıştım daha doğrusu :) Yediklerim içtiklerim bana kalmak şartı ilen gördüklerime gelince... Bir defa, bunca yağmur dolayısı ile pek de şaşırtıcı değil ama, her yer o kadar yeşil ki! Gittiğimiz yol oldukça dağlık ve kayalık olmasına rağmen yeşillik tüm yol boyu takip etti bizi. (Aşağıya bakıla lütfen!)
İkincisine geçmeden önce belki de çok bilinmeyen bir hususu açıklamak istiyorum. Çok bilinmeyen diyorum çünkü kime anlatsam bilmediklerini belirtiyor ki ben de buraya gelmeden önce bu gerçeği bilmiyordum. Bosna-Hersek, tek bir ülke olmasına karşın iki ayrı ülke barındırıyor aslında içinde; Sırp Cumhuriyeti/Respublika Sırpska ve Boşnak-Hırvat Federasyonu... Peki bunlar neye göre ayrımlanmış? Aslında bu ayrımın kendisi savaşa dayanıyor zira Sırpların öldürme harekatları ile 'temizlenen' bölgelerde Sırpların çoğunluk olduğu yerlerden oluşuyor Sırp cumhuriyeti (bir nevi kanla çizilen sınırlar yani) ki Bosna diye bir ülkenin varlığını da kabul etmiyorlar zaten. Şimdi diyeceksiniz ki (ki ben kendi kendime demiştim bir vakitler) ne ...k yemeye ısrarla ülkeye bağlı bulunuyorlar o zaman? Bu da bir zorunluluk icabı aslında. Savaşın sonunda imzalanan Dayton anlaşması, 3 etnik grubun ayrılık hususunda elini kolunu bağlıyor. Zaten Sırpların da tüm Bosna'yı kendilerine almadan ayrılmaya niyetleri yok sanırım ki. Lafa daldım, diyeceğimi unuttum. Ha, işte bu ayrılık-gayrılık hasebiyledir ki yolun bir kısmından sonrasında neredeyse her adım başı polisler vardı. Aslında bu bizim için güvenlikti bir bakıma çünkü daha önce taşlamalar falan oluyormuş. Şükür ki biz böyle bir sıkıntı yaşamadık. Srebrenica'ya gelince... Yüksek dağların ardından aşağıya inilince ulaşılan ufak bir yerleşim yeri. Buraya bir parantez daha açayım ki Sırplar daha çok yüksek bölgelerde yaşıyorken Boşnaklar alçak kesimlere yerleşmiş durumda. Bana anlatılana göre bu durum onların Sırplarca 'avlanmasını' kolaylaştıran bir etmen oluvermiş. Savaştan sonra olduğu gibi bırakılan ve içine geri dönülmeyen bir sürü ev var içerisinde hala. Pek fazla bir onarım da çarpmadı gözüme. Zaten şehitlik şehrin dışında olduğundan ayrıntılı olarak şehri görme şansımız da olmadı maalesef. İzlenimim, otobüs penceresinden görebildiklerimle sınırlı yani. Fakat zaten o gün hemen herkes Bosna'nın türlü yerlerinden gelen bir sürü insanlar beraber şehitlikte idi. Bunlara, yabancı televizyon kanalları, turistler de dahil. İroniktir ki Hollandalılar, üst düzey katılımcılardan idi! Şehitliğe girmeden önce Hollandalı akserlerin 95'te konuçlandığı ve de Sırpların bir çok kişiyi zulüm eden yöntemlerle öldürdüğü büyük aliminyum fabrikasını gezdik önce. Herşey savaş anında donmuş sanki. Bir çivi bile çakılmamış o zamandan bu yana. İçerisi karanlık, soğuk ve ürkütücü. Tek farklılık, ölenlerin alfabetik isimlerinin yazılı olduğu levhaların yerleştirilmesi...
Sonrasında ise yolumuz şehitliğe uzandı. Öldürülen 8.000 kişinin yer aldığı şehitlik. Gerçi bütün cesetler henüz tespit edilebilmiş durumda değil. Bu sene, kimlikleri yeni tespit edilen 307 kişinin katılışı vardı mesela mezarlığa. Topluca kılınan namazların ardından defin işlemleri başladı zaten bu 307 kişinin.

Son olarak ise biz alanda iken çalınan ve de TRT'nin Mavi Kelebeğin İzinde adlı belgesele fon müziği yaptığı eseri koymak isitiyorum buraya. Bu arada, mavi kelebekler, yalnızca toplu mezarların üzerinde açan çiçeklere konan bir türmüş. Yani toplu mezarları bulmak için katip edilen kelebekler...

5 Temmuz 2008 Cumartesi

Sweet Saturday

I knew that I could not see so much places in Sarajevo since I came here and when I have time now after all school works, I have decided to go outside for discovery of the city. Indeed, to know it more might be a good start to feel more close and to love more -maybe as for the other things. Then we met with our lovely guide -who is my friend and my student :)- to go to Baščaršija (Başçarşı) where is the heart of the city, center of all starts and center of all meetings. First, we went to a museum which was actually turned from a house of Ottoman period during 1600s. As it can be seen below, each room of this house totally reflects the soul of past times.














The one which is on the left side above shows a big room and the other picture shows the heating system of those times. More pictures (about hand-made wooden door and a scene of the outer part of the house) inside this lovely house can be seen below:



















I just thought that they had quite much rooms in their houses before which are even arranged as comfortable for guests. However, nowadays, it is even so hard to find three-rooms apartment in Sarajevo.
...
The next stop for us was another nice building which was from Austria-Hungarian times and now it is used as a theology faculty of Sarajevo University. We were lucky to go insdie on saturday and it was totally worth because I felt in love with the building. It was beautiful. I thought one can be a student there just to be close to this nice place everyday.























...
Then Alija's grave... I especially wanted to see his grave when I am reading his famous book, Islam: Between West and East. His grave is locating on a hill with lots of graves belonging to the ones who died during the war between 1992-1995. Maybe sounds strange but for the first time I thoguht I can be under the soil together with all the other ones. There were so much flowers on each grave and there is a small lake going among the graves. It was really refreshing atmosphere.
The grave which has grey dome on it in the picture is the Alija's one. It was said that generally soldiers are waiting for his grave but when we were there, there was no soldier and we could manage to take so close pictures around it. The graves are locating just below a nother nice and famous place which is called Tabya. I need to confess that it was a bit hard for me to climb the whole way when my husband and our guide could go easily. They sometimes needed to pull me. I think I am really getting old. But the view after we settled was so beautiful. We could see almost all the city.








One of the pictures that we took from this upper part can be seen on the right side. Actually our guide said that it is especially nice to be there during sunset and during the night when the sky is full of with stars or a moon. On the other hand, we have learned that these nice places close to the hill were the ones which ruined most by Serbians. We have also learned that it is because that Bosnian people got used to use lime trees for making tea and even such kind of food, today those trees are the reminder of war times for them. Lime trees... They are all around our apartment and I really like to smell them when we are walking on the streets. Same smell but different memories for Bosnians and for me.
...
Our walking continues through Vratnik mejdan. Small old streets... Was really nice to walk around. In Vratnik mejdan, we saw a new area which has walls full of with the names of people who died during the war from the area. And the day has finished in Morica Han via drinking Bosnian coffee.

30 Haziran 2008 Pazartesi

Midsummer in Sarajevo

Yeees, again me! Maybe 1 month has passed since I did not write here. Oh, lots of changes happened. A new way phase of life has began for me: marriage phase. I could never think or imagine before that one day I would live in Sarajevo with my Swedish husband. Irreristible effect of globalization :) Maybe he has more thing to share about being a foreigner in Sarajevo because everything is more different for him than me. However, still, I am also alien here. It is good that we are two confused aliens now :) Despite the place includes so much similar aspects as my own land, still they are not enough not to feel an alien. I think this is the general rule of being foreigner in somewhere. You are born in a place with a specific culture (language, songs, food and even jokes) coming from many many years ago and when you start to live in another place where it has own culture coming from again many many years ago, you suddenly start to feel as an artifical element trying to get used to the new conditions. But it is always not so easy. They are talking with a language that sounds almost nothing to you. You want to say sorry for example when you mistakenly push on another one's feet in tram, but you do not know with what words you need to say it or you want to ask back how she is when your old neighbour asks how you are, but again you can only look at her with confused face. Language, maybe the most important cultural aspect! And even if you learn the language of this new place, you feel still artificial since all the people around you are extensions of their common historical, socio-political experiences while you are not! You see the buildings destroyed but the holes on them can only stay in your eyes when they are totally in Bosniak's hearts and minds. But there is one more reality that in some places you feel less artificial than the othe rones. For instance; I feel totally less artificial here in Sarajevo than I was in Sweden. Maybe because of this, my husband says to the ones who ask him how he feels here; "when we were in Sweden everyone was looking at her, when I was in Turkey everyone was looking at me but now here in Sarajevo no ones stares at us. Nice!"
...
Sarajevo is quite sunny nowadays. Unfortunately the roses which were seen all around the city with their beautiful colors have almost died now. We like to walk somewhere close to our apartment with my new alien partner. I wanted to share some of the pictures that we took during our walkings:

From left to the right: Bombs are making a shape which looks like a rose. Sarajevo streest are full of with them. But interestingly they found a way to make them more 'beautiful'. They filled the holes with red color and they call these ones as 'Sarajevo Roses'. One of them can be seen above. The middle picture is from a destroyed apartment which is close to our one. Actually this is one of the worst ones. And on the right side, old guys are playin chess on the ground in center.