14 Temmuz 2008 Pazartesi

Srebrenica, 11 July 2008

Başlıktan da anlaşılacağı üzre bir kaç gün önce 13. yılına girilen Srebrenica olaylarından ve de oraya yaptığımız gezisinden bahsedeceğim. Lakin bu o kadar da kolay değilmiş ki bütün metni ve fotolarıyla hazır hale getirdiğim yazımın silinişinin ardından (tamamen teknik beceriksizliğimden kaynaklıyor yine :( kendimi tekrardan baştan sona yazmaya hazır hissediyorum şu an. Bakalım kalem (tuşlar) nereye vardıracak kelamı bu defa!
...
Srebrenica'ya yolculuk belki de herşeyden önce yürek burkucu bir belgeselle başladı. Gitmeden 1 gün önce televizyonlarda gösterilmeye başlanan belgesellerden biri idi, BBC'nin hazırladığı İngilizce ve Boşnakça karışık bu belgesel. Olayı gün gün aktarıp tanıkların yaşadıklarından kesitler sunuyordu belgesel. Sahi neydi Srebrenica'da yaşananlar? Niteliğe vuracak olursak bir kaç kelimeden baretti; 20.000 Boşnağın katliama uğraması... Halbuki niceliğe gelince ne kadar çok şeydi vardı anlatılacak; Hollandalı 'barış-gücü' askerleri bölgeyi 'safe-area/güvenli alan' ilan edince Boşnakların sevinci vardı mesela ya da aynı askerlerin Sırp gücünü görünce alanın pek de güvenli olmadığına karar verip koruma altındakilere "başınızın çaresine bakmanız gerekiyor" deyişleri... Sonra da Boşnakların başların çaresine bakma çabaları... Kadın ve çocukların erkeklerden Sırplarca ayıklanışı/koparılışı ve de bu ikinci grubun hayatta kalma çabaları... Neticesinde birbirini bir daha hiç göremeyen ancak yıllar sonra DNA testlerinden bulunan cenazeler sayesinde bir bakıma vuslat yaşayan insanlar ( ama evvela da kadınlar), yerlerinden yurtlarından olanlar, genişçe bir alana yayılmış bembeyaz mezar taşları, yakılmış-delik deşik edilmiş-terkedilmiş evler, sokak taşlarına kadar sinen ve belki de hiç silinmeyecek olan hüzün... Yola çıkmak daha da bir ağırlaşmıştı belgeselin ardından. "Ya anlayamazsam, hissedemezsem, paylaşamazsam"ın korkusu sarmıştı, büyük sorumluluktu artık yola çıkmak.
...
Sabah 3'te kalktık yola çıkmak için. Hoş, ben heyecandan o ana kadar da uyuyamamıştım pek. Güvenlik açısından konvoy eşliğinde yola çıkılması gerektiği için bekleyiş uzun sürdü ve ancak 7'de ayrılabildik Saraybosna'dan, 9-10 otobüs insan ve polis araçları eşliğinde... Bosna'ya geldiğimden beri Saraybosna sınırlarından ilk çıkışın heyecanı da sardı beni hemen. Çok yorgun olmama rağmen hiçbir şeyi kaçırmamak adına gözlerimi dört açtım (açmaya çalıştım daha doğrusu :) Yediklerim içtiklerim bana kalmak şartı ilen gördüklerime gelince... Bir defa, bunca yağmur dolayısı ile pek de şaşırtıcı değil ama, her yer o kadar yeşil ki! Gittiğimiz yol oldukça dağlık ve kayalık olmasına rağmen yeşillik tüm yol boyu takip etti bizi. (Aşağıya bakıla lütfen!)
İkincisine geçmeden önce belki de çok bilinmeyen bir hususu açıklamak istiyorum. Çok bilinmeyen diyorum çünkü kime anlatsam bilmediklerini belirtiyor ki ben de buraya gelmeden önce bu gerçeği bilmiyordum. Bosna-Hersek, tek bir ülke olmasına karşın iki ayrı ülke barındırıyor aslında içinde; Sırp Cumhuriyeti/Respublika Sırpska ve Boşnak-Hırvat Federasyonu... Peki bunlar neye göre ayrımlanmış? Aslında bu ayrımın kendisi savaşa dayanıyor zira Sırpların öldürme harekatları ile 'temizlenen' bölgelerde Sırpların çoğunluk olduğu yerlerden oluşuyor Sırp cumhuriyeti (bir nevi kanla çizilen sınırlar yani) ki Bosna diye bir ülkenin varlığını da kabul etmiyorlar zaten. Şimdi diyeceksiniz ki (ki ben kendi kendime demiştim bir vakitler) ne ...k yemeye ısrarla ülkeye bağlı bulunuyorlar o zaman? Bu da bir zorunluluk icabı aslında. Savaşın sonunda imzalanan Dayton anlaşması, 3 etnik grubun ayrılık hususunda elini kolunu bağlıyor. Zaten Sırpların da tüm Bosna'yı kendilerine almadan ayrılmaya niyetleri yok sanırım ki. Lafa daldım, diyeceğimi unuttum. Ha, işte bu ayrılık-gayrılık hasebiyledir ki yolun bir kısmından sonrasında neredeyse her adım başı polisler vardı. Aslında bu bizim için güvenlikti bir bakıma çünkü daha önce taşlamalar falan oluyormuş. Şükür ki biz böyle bir sıkıntı yaşamadık. Srebrenica'ya gelince... Yüksek dağların ardından aşağıya inilince ulaşılan ufak bir yerleşim yeri. Buraya bir parantez daha açayım ki Sırplar daha çok yüksek bölgelerde yaşıyorken Boşnaklar alçak kesimlere yerleşmiş durumda. Bana anlatılana göre bu durum onların Sırplarca 'avlanmasını' kolaylaştıran bir etmen oluvermiş. Savaştan sonra olduğu gibi bırakılan ve içine geri dönülmeyen bir sürü ev var içerisinde hala. Pek fazla bir onarım da çarpmadı gözüme. Zaten şehitlik şehrin dışında olduğundan ayrıntılı olarak şehri görme şansımız da olmadı maalesef. İzlenimim, otobüs penceresinden görebildiklerimle sınırlı yani. Fakat zaten o gün hemen herkes Bosna'nın türlü yerlerinden gelen bir sürü insanlar beraber şehitlikte idi. Bunlara, yabancı televizyon kanalları, turistler de dahil. İroniktir ki Hollandalılar, üst düzey katılımcılardan idi! Şehitliğe girmeden önce Hollandalı akserlerin 95'te konuçlandığı ve de Sırpların bir çok kişiyi zulüm eden yöntemlerle öldürdüğü büyük aliminyum fabrikasını gezdik önce. Herşey savaş anında donmuş sanki. Bir çivi bile çakılmamış o zamandan bu yana. İçerisi karanlık, soğuk ve ürkütücü. Tek farklılık, ölenlerin alfabetik isimlerinin yazılı olduğu levhaların yerleştirilmesi...
Sonrasında ise yolumuz şehitliğe uzandı. Öldürülen 8.000 kişinin yer aldığı şehitlik. Gerçi bütün cesetler henüz tespit edilebilmiş durumda değil. Bu sene, kimlikleri yeni tespit edilen 307 kişinin katılışı vardı mesela mezarlığa. Topluca kılınan namazların ardından defin işlemleri başladı zaten bu 307 kişinin.

Son olarak ise biz alanda iken çalınan ve de TRT'nin Mavi Kelebeğin İzinde adlı belgesele fon müziği yaptığı eseri koymak isitiyorum buraya. Bu arada, mavi kelebekler, yalnızca toplu mezarların üzerinde açan çiçeklere konan bir türmüş. Yani toplu mezarları bulmak için katip edilen kelebekler...

Hiç yorum yok: