18 Aralık 2009 Cuma

Sarajevo, the white bride!

We have been wrapped by heavy snow since almost 1 week now. I wanted to share some photos taken around our neighborhood. The first photo below shows a person who supposed to be my husband... Somewhere under the snow :) And the second photo shows an object which supposed to be a car... Somewhere under the snow...


Actually, I started to think that it is a myth that Sweden is so cold (at least not all of it). Sarajevo is definitely the coldest place I have ever seen. Brrr...

13 Aralık 2009 Pazar

M. İslamoğlu ile Söyleşiden Arta Kalanlar

İslamoğlu'nun sohbetine iştirak etmek Bosna'ya nasipmiş! Aslında oldu baya ama ben ancak yazabiliyorum arta kalanları. Konu; Balkanlar ve İslam...
1) İslam Fetih Tasavvuru: Fetih, toprak almak ve güç elde etmek değildir. Fethin amacı, yürek kazanmaktır. (Bkz. Fetih ve Nasr sureleri)
2) Batı ile Karşılaşma: a. Endülüs b. Osmanlı c. Şimdi (karşılaşma adalet ve ahlak üzerinden artık)
3) Balkanlar ve İslam: Balkanlar'ın İslam ile bir şekilde hemhal olma yolları;
a. Sicilya'dan gelenler (İdrisi gibi) b. Kuzeyden gelen Türk kavimleri (Uzlar, Peçenekler vs.) c. Selçuklular (Sarı Saltuk örneğin. Bu Sarı Saltuğun hikayesi ilginç. Zira zaat-ı muhterem ölmeden önce kendisi için 11 tane tabut yaptırılmasını ve sadece 1 tanesine asıl cesedinin konmasını arzu ediyor. Tabutların hepsinin de ayrı yerlere gönderilmesini istiyor. Tabutların şu an itibariyle nerelerde olduğu tartışma konusu. Evliya Çelebi'ye göre tabutların olduğu bazı yerler şunlar; Edirne, Babadağ, Bulgaristan, Moskova, Lehistan, Bohemya, Bosna -önceki yaz bu bahsedilen tabutu görme imkanımız oldu. Hatta foto da koymuştum- veee İsveç!)
4) Bosna ve İslam: Bogomiller büyük bir etken, Osmanlı 'dan da evvel. Bu Bogomiller ilginç bir mevzu. Değişik inançları varmış; Meryem'i kutsal saymıyorlar, vaftizi kabul etmiyorlar, ruhbanlık yok, haçı reddediyorlar, İsa'nın çarmıha gerilişini reddediyorlar ve maniehistler. İşte bu tarz inançlarından dolayı Osmanlı bu topraklara geldiğinde İslam'a geçişin kolay olduğu belirtiliyor bazı tarihçilerce. Oryantalistlere göre ise Boşnakların İslam'a geçiş nedenleri şöyle; zulüm, cizyeden kaçınmak, dünyevi menfaat ve mevki, kilisenin yetersizliği. Bu tarz iddialar gerek Babuna gerek Malcolm ve gerekse de İmamovic'in Bosna tarihine dair kitaplarında sebepleri ile beraber reddediliyor. İslamoğlu'nun öne sürdüğü İslam'ı kabul gerekçeleri ise şöyle; sade tevhid akidesi, kilisenin zulmünden kaçma (Bogomillerin Vatkan tarafından reddedildiği ve soruşturmaya tabi tutulduğu biliniyor), feodallerden kaçma ve katolik-ortodoks çekişmesinden sıyrılma. Özellikle Saraybosna'daki milli müzede Bogomillere ait eski mezar taşları bulunuyor. Farklılıkları mezar taşlarından dahi gözlemlemek mümkün.

İşte sohbetin genelce özeti böyle idi. Üzgünüm ki İslamoğlu'nun o latif sohbet üslubunu yansıtamıyorum tamamiyle. Affola!

9 Kasım 2009 Pazartesi

Nacizane Paylaşım

Kitap Yurdu'ndan bir süre önce gelen kitaplardan en çok beklediğim, kavuştuğuma da en çok sevindiğim kitap Mustafa İslamoğlu'nun Hayat Kitabı Kuran adı ile yayınladığı Kuran meal-tefsiri idi. İşte bu eserden hoşuma giden bir kısmı paylaşmak istedim. Bakara 17. ayetin açıklamasına binaen şöyle bir not düşüyor üstad; Nur ile nar arası karşılaştırma... 1) Nur yakmadan aydınlatır, nar yakarak ve yanarak, tüketerek ve tükenerek aydınlatır. 2) Nur cevheri-özü aydınlatır, nar maddeyi-formu aydınlatır. 3) Nur içten aydınaltır, nar dıştan aydınlatır. 4) Nur tükenmeyen bir güç kaynağıdır, nar tükenen bir güç kaynağıdır. 5) Nur manevi ve latif olanı temsil eder, nar maddi ve kefis olanı temsil eder. 6) Nur'dan geriye nur kalır, nar'dan geriye kül kalır!
...
Rabbim nur yanılgısı ile nar'lara tutuşturmasın, nur'landırsın inşallah. Amin.

31 Ekim 2009 Cumartesi

Two Songs that I want to Introduce to You

One of them, probably most of you already know it, is Beyonce`s song called Halo. I have been listening it since few days and I could not stop myself to keep listening it again and again.

A nice part from its lyrics:
You are everything I need and more
It`s written all over your face
Baby I can feel your halo
Pray it won`t fade away!
...
The second one I would like to introduce you is more less known one I guess. As a general information, there is an idiosyncratic music type in Portugal called Fado. And one of the best practitioners of it is Amalia Rodrigues. One of her songs, that I also recognize from somewhere, is called Solidao. Here it is!

26 Ekim 2009 Pazartesi

Try of the trial of Karadzic

Radovan Karadzic, former Bosnian Serb leader, was arrested in Serbia last july after 13 years of run. The next address for him was a famous one for the other war criminals; The Hague. Today, it supposed to be his first trial but because of some excuses like getting ready for the judgment (as if this last 13 years were not enough), he did not appear in the court. Let`s see how long this will take. The process actually went similar for Milosevic, who, at the end died in the prison before getting his decision from the court. Bosnians wait this trial just because of getting a bit healing but nothing else. Of course, the biggest healing for them would occur if Karadzic made self critisim and said sorry from the Bosnian. But... There is something called `nefs`which causes people to think that they are doing the right, nothing but the right and even almost in all cases! Another thing I am thinking about all these situations is that despite there happened only one history here, the reflections of it are s different in the eyes of Bosnians, Serbs and Croats today. Just few kilometers from Sarajevo, in the territory of Serbian Republis, people think that what has happened to Bosnians is not so much, this was what they deserved etc. Is not it interesting? Is history so subjective?

20 Ekim 2009 Salı

Compulsory and Painful Trip to Metkovic (Croatia)

Our 'legal' three month period of staying in Sarajevo without residence permit is over again and we needed to go out this weekend. We decided to take train this time to the place which is so close to Bosnian border in Croatia. That was Metkovic which is a small town just after the Bosnian-Croatian border. These are not the best times to trip since the weather is not so good here. But... Our trip started at 6 am in the morning and it took 5 hours, with some delay, to arrive to Metkovic. There was interesting detail to share from the train trip that the train that we took was a Swedish donation to Bosnia. Well, we know now what Sweden does with their really old trains! Below photo is from inside of the train.After we arrived, we tried to buy tickets for returning but unfortunately the guy at the train station was not knowing any English and my poor Bosnian was not enough to express our wish. We just walked the whole city and searched for the bus station then. We could take the last bus in half an hour but we have thought that the guy was trying to cheat us since he asked so expensive ticket price. Then we turned back again to train station to buy train tickets which became the only way to turn back to Sarajevo. We could not explain us again but this time we found one young lady to make translation for us. The thing that the guy was trying to tell us was that we could buy the tickets inside the train! So hard sometimes not to understand the language. Ok, but we had 5 more hours to spend in this small city. It was cold, rainy and I was getting sick. We found a shopping mall and tried to stay in it long hours. I think we could see everything from this city. You can see the most important piaces from below photos; the upper one is from Neretva going through the city, and the below one is from a big church called Sv. Ivan.
In the evening we took train back and bought our tickets inside the train. However, it did not take long to face with another and big problem. When we entered to the Bosnian border, we have waited the police to check our passports and put stamp on them to pove later on that we actually entered into the country. Despite all search we could not find any policeman around the train station. The train waited us 15 minutes almost but we measurably accepted the situation by thinking that that would create a problem later on. Our 'nice' night did not end here. At Mostar, a big group of students and their teachers went inside the train. They continued almost all night to sing and talk and move and drink. I really became so tired and frustrated and sick. When we could arrive to Sarajevo at 11 pm, another surprise was waiting us; snow and rain! Do you also feel sometimes that God is really tring your patience and you start to wait that everything can happen actually. This trip was exactly like that. I have been sick since then and we have told that the police will decide tomorrow if they will accept our passports without having Bosnian entrance stamp or not. If they do not, we will probably go to Metkovic again on Thursday. Life is hard sometimes!

15 Ekim 2009 Perşembe

:((( Yine...

Diğerinin şokunu atlatamadan bir üzücü haber daha aldım bugün uzaklardan. Çocukluk arkadaşlarımdan birinin acı bir şekilde vefat ettiğini öğrendim. Tıpkı Faruk'un vefatındaki gibi cenazesine katılamayacağım bir devir nice güzellikleri paylaştığımız bu insanın. Üstelik bu defa daha bir hüzünlüyüm. Nasıl olmasın ki? Hani ufakken birbirine yakıştırılan çiftler olur ya o da öyleydi benim için. Hayat, garip işte bazen. İnsan içine yediremiyor bir de sevdiği bir insanın bu derece gazete 3. sayfası ölüm haberine. Bak ne yazmışlar senin ardından gazetelerde: "Kaza, bugün saat 10.00 sıralarında meydana geldi. İzmir’den Manisa yönüne giden Ali Semir (35) yönetimindeki 35 BFR 42 plakalı TIR, Manisa Batı Kışla Nizamiyesi önünde kontrolünü kaybederek Mimar Sinan Bulvarı’nda yol ortasındaki yeşil alan kaplı refüjü aşarak karşı şeride geçti. Bu sırada TIR’dan atladığı öne sürülen sürücü Ali Semir aracın altında kaldı. TIR üzerindeki boş konteyner de karşı yolda seyir halindeki Tayfun Cirbil’in (28) kullandığı motosikletin üzerine düştü. Kazada, TIR sürücüsü Ali Semir ile Manisa’da bir giyim mağazasında tezgahtar olarak çalışan motosiklet sürücüsü Tayfun Cirbil kaza yerinde hayatını kaybetti." Öyle oluyor işte, bir tır devriliyor, sen orda oluyorsun o sıra, sen ölüyorsun, adın mağazada çalışan tezgahtar oluyor, senin için delice koşuşturan anneni, 3 ay önce zorluklarla evlendiğin eşini, güzel çocukluğunu, zor gençliğini ve sınır karakolundaki askerliğini kimse bilmiyor. Allah gani gani rahmet eylesin bu güzel arkadaşıma! Kendim ve tüm sevdiklerim için de güzel bir ölüm diliyorum. Ölümün güzeli de olur mu demeyin, oluyor işte. Böyle arkadaşlar teker teker ayrılınca sahneden kendimi düşünüyorum ister istemez. Rabbim güzel işler etmeyi nasip eylesin ayrılıp gitmeden bu dünyadan.
...
Dönüp sana öğüt verirler
Dünya malı ile gözün boyarlar
Aşık öldü deyi salâ verirler
Ölen hayvan olur,
Aşıklar ölmez... (YUnus Emre)

12 Ekim 2009 Pazartesi

Snow, Kar, Snijeg, Snö...



Why are all these things about snow now? Yees, because, we got the first snow today here in Sarajevo. Now, I am sitting next to our window and watching the snow falling down rapidly and making everywhere white. First snow of the year makes me happy always, nice :) However, would not be bad if we got our heaters on also!

19 Eylül 2009 Cumartesi

Bayram Serif Mubarek Olsun!

After 1 month fasting period, now, it is time to celebrate it. My eids (bayramlar) have been experiencing different paths than my childhood times since long time. This eid will be a bit different also. I am in Sarajevo with my husband. We did not do something so special like baklava or something like that but I tried to make our home more beautiful than usual. (You can see our sofa below with new pillow covers on it, which I liked so much). Instead of relatives and friends we will have eid gathering in univeristy with other teachers.
...
You can wonder what this package is about. I got a big letter for eid (actually not for eid but it became like that). I ordered books from 'Kitap Yurdu' first time and I was quite wonderous when I could get it, if I could get it at all etc. etc. Yees, I got it just before the eid. I was so happy to get it with 6 books inside and 26 stamps on it :)
...
Hani Barış Manço söylerdi ya "Bugün bayram, erken kalkın çocuklar... giyelim en güzel elbiselerimizi..." O çocukluk heyecanları geride kaldı belki ve belki biz yarın erken kalkamayacağız ve de bayramlık cicilerimiz yok artık ama kalkıp şöyle güzel bir kahvaltı sofrası hazırlayıp birbirimizin bayramını tebrik edeceğiz inşallah. Tabi, yaşı benden küçük olan eşimin el öpme töreni de yeni bir tat bayramlarımda :)

16 Eylül 2009 Çarşamba

A Nice Documentary About Sarajevo

I saw this program called 'Veterans' on Aljazeera yesterday. It is about the siege of Sarajevo and the life after it. I wanted to share with you. The documentary has two parts by the way.



11 Eylül 2009 Cuma

Autumn, Höst, Sonbahar, I do not know how it is said in Bosnian :)

Another autumn in my life... I am happy to see another one with all these colorful leaves lying on the streets under the trees, a bit chilly weather and melancholy. I do not know why but I can get peace and comfort and happiness in this nice season easier than as I get in the other ones.
...
Mutluluk ya da huzur denen şeyin anlık bir şey olduğunu düşünmüşümdür hep. Hem de illa öyle büyük büyük anların içinde hissedilen değil ama birden öyle işte geliveren ufak şeylerden... Sonbaharda çok hissediyorum bunu. Akşam kanepede uzanırken hafifçe üşüyen bedenime bir battaniye atarken ya da içimi ısıtsın diye hazırladığım kahvenin kokusunu içime çekerken ya da balkonda öylece durup etrafı seyrederken yüzüme hafifçe değip geçen rüzgar ile öyle bir anda huzurlu hissediveriyorum. Gelecek ve geçmiş yok oluveriyor hafızamdan, öylece bir an sadece ben ve şimdi kalıveriyoruz huzurla, mutlulukla.
...
The poster that I put above the page is from one of my favorite autumn movies, Autumn in New York. I suggest you to see if you get a chance even only for nice pitoresques of New York streets, parks in autumn. Here is one of its bakground musics, Beautiful by Jennifer Paige.

8 Eylül 2009 Salı

Expansion

Maybe you remember, a while ago I wrote a book comment on my blog. The book called Improbable... I have quoted a part from the book where Pascal's decision about being religious or not being religious is done by a probabilistic method called expected value. Honestly, I did not know that this expected value analysis which is so common for statistics and probability is not enough to explain some real world applications. But actually I thought that if it was so obvious, not only Pascal but so many people could have made similar decision. Now I know why they can not do and I figured it about by just a coincidental reading.
...
Kahneman and Tversky who got Nobel prize in economics found out the violations of the expected value theory.
1) Individuals are often observed overweighting outcomes considered certain relative to those which are probable. It means that weighting the probabilities is not due to objectivity but rather due to their sense of likelihood. It was found out that people have hard times to realize the weights of the events which are almost certain and almost impossible. For them, they either certain or impossible. On the other hand, people overweight the low probability events and underweight the medium and high probability ones.
2) While individuals exhibit risk averse behavior over potential gains, they show risk seeking behavior over potential losses.
3) The disutility of a loss is larger in absolute terms than the utility of a gain of equal magnitude. Which means that loss is affecting the behavior more than gain even though they have the same absolute values. Being loss averse...
4) When faced with a pair of prospects, subjects seem to decompose them into their common and different components, and base their choice on the components that are different, thus “isolating” the common components as irrelevant for decision.
5) Excessive discounting of the distant future relative to the near future. Myopia...
...
All in all, it means that people have 'bounded rationality' in the sense of violating the axioms of expected utility which causes them not being able to find efficient solutions for decisions.

2 Eylül 2009 Çarşamba

Edeb Ya Hu!

Bir arkadaşım paylaştı benimle, çok hoşuma gitti bu yazı: Edeb (Elif Şafak). En son kısmını alıntılamak istedim.
...
Öyle kelimeler var ki, harf öbekleri olmaktan çıktı, gündelik hayatımızın akışını şekillendirmeye başladı. "Hoyrat" bunlardan biri. Hoyratız birbirimize karşı. Ve sağımız, solumuz, önümüz, arkamız.... hoyrat. Yolda yürürken birbirimize bakışımız, evlerimizin çatıları altında birbirimizden söz edişimiz; konuşmalarımız, dedikodularımız, ithamlarımız, önyargılarımız, zanlarımız, yaftalamalarımız, dışlamalarımız....hep ama hep hoyrat. O kadar çok hırpalıyoruz ki birbirimizi, öylesine hırçın bir iklimdeyiz ki.... Halbuki bu arada uzaktan bir yerden sesleniyor eski mi eski bir öğreti. Tembihliyor usulca.

"Edeb ya HU edeb!"
...
Belki de bu yüzden seviyorum ufak şehirlerde olmayı bazen. Mesela okula giderken yürüyorum sadece. Yani otobüse bin-in derken bir sürü olası hoyratlıktan sakınıyorum. Dışarı hem adım atışımda hayatıma bir defa dahi girmiş olsalar da üzerime hakları binen insan sayısı da otomatikten azalıyor. Belki bir kaçış. Olsun! Rabbim her alanda herkese herşeye dair hoyratlıktan korusun!

26 Ağustos 2009 Çarşamba

Ramazan Serif Mubarek Olsun!

The title above is not Turkish only but Bosnian also :) Yes, they are saying like that to celebrate each other's Ramazan, like we do in Turkish. This is my fourth Ramazan that I have been out of Turkey and especially Istanbul. I missed to be in Istanbul during Ramazan. It is so special (at least for me). How is Ramazan going on here? First of all, iftar is earlier than Turkish cities and of course Swedish ones :) Second, there are Ramazan programmes on TV (they are called Ramazanksi Program :) which are so so similar to our ones; there is a hostess and her guests in a kitchen. Someone is cooking, which makes you more hungry to watch, and the rest is talking about some issues that I do not understand. Third, 'teravih' times in mosques are nice. Fourth, 'hurma' is soo cheap especially when I compare with Swedish ones. I remembered the last Ramazan in Sweden when I could buy only 2, one for me for me and one for my husband. Fifth, thanks to the teachers who are here, we are gathering often to have iftar together and Turkish tea times after that. (My Swedish guy became addicted to 'semaver' Turkish back tea which I am not so fan of it). Last but not the least, it is not so warm, hence, it is not so hard to fast. But maybe it is because that I do not go out so often. I am just sitting at home and reading, reading...

'Velhasıl-ı kelam', the first Ramazan in Sarajevo is going quite nice for us. Hope that God thinks the same about us :)

19 Ağustos 2009 Çarşamba

Bir Düş, Bir Hikaye, Gerçek Bir Anı

Hayat, değer verdiğiniz, yanınızda olmasını istediğiniz insanları yaşamınıza buyur etmekte yavaş davranma lüksünü kaldıramayacak kadar kısa aslında.

Bir varmış (sınız), bir yokmuş (sunuz)...


"Söz vermiştin bana, söz vermiştin yanı başımda yaşlanmaya..."

Nasıl olduğunu bilmek isterdim,
Evet, tüm sarsıcılığına rağmen bilmek isterdim.
...
Koltukta dinleniyordu, yorgunluğunu dindirmek için,
Hastalıkla daha da aciz hale gelen bedeninin, düşünce dolu zihninin, korku dolu yüreğinin...

Sen onu bulduğunda öylece uzanıyordu işte oracıkta,
Gözleri sabit bir noktaya dikili.

Hareket yok, söz yok, nefes yok!
Oysa...
Beraberce eşlik edeceğiniz şarkılar vardı daha dinlenecek,
Gecenin bir yarısı denize karşı o sarılırken sımsıkı sana.

Elini tutmaları vardı daha sen bir çocukmuşsun, bir sevgiliymişsin, bir kadınmışsın gibisine,
Sokaklar yabancı silüetlerle akıp geçerken her bir yanınızdan.

Altında ıslanılacak yağmurlar vardı beraberce,
Sen biraz durgunsun diye elinden tutup seni dışarıya çıkardığında.

Hayretle birbirinize işaretleyeceğiniz şeyler vardı görülecek daha,
O sana düşündüklerini, sen ona hissettiklerini anlatırken.

Uyanılacak güneşli sabahlar vardı,
O çocuksu gözlerini açıp tüm saflığıyla, ilk gördüğü şey sen olduğunda.

Oysa şimdi...
Hayat durdu işte biriniz için.
Sen son kez üstünü örttün,
Sanki üşüyecekmiş gibi.
Yine de...
Şu kısacık vakitte hayatına sığmış olmak teskin ediverdi bir an seni,
Gülümsedin.

Ah minel mevt!


"Bir zaman bir yerde buluşuruz (yine), bir gün bir yerde kavuşuruz (yine),
Başka yolu yok bunun!" değil mi?

12 Ağustos 2009 Çarşamba

Sarajevo Film Festival

Today the 15th. Sarajevo Film Festival is starting. There will be so many movies from different countries, languages and cultures. Hopefulyy we can get chance to see the movies which are not for the popular culture but authentic.

11 Ağustos 2009 Salı

Announcement!

I have added Music Box down to into my blog from Playlist. I plan to change it from time to time. I would like to hear comments from you about the songs and also would be nice to hear some suggestions. Hope you will like them!
...
Blog sayfamın en altına Müzik Kutusu kısmı ekledim. Önerilerinizi ve düşüncelerinizi beklerim. Afiyetle dinleyin inş.

7 Ağustos 2009 Cuma

Pause


From the weeping of the people,

My eyes are filled with suffering
See how in their seeking You,
What the state of the people has become!
(Hafez)


Picture: Picasso, Weeping Woman (1937)

31 Temmuz 2009 Cuma

:(((

Bazen uzakta olmaktan nefret ediyorum. Doğduğum, büyüdüğüm yerlerden, alıştığım hal hatırdan, tanıdığım yüzlerden uzak olmaktan... Ama bazı şeyler var ki uzakta olmak daha da kahrediyor böyle zamanlarda. Rahatsızlandığı kendisinden öğrendiğim Faruk Yücel'in vefat(ı) ettiğini ancak bugün öğrenebilmem gibi, yani 10 haziran'ın ardından nerdeyse 1 ay geçtikten sonra öğrenmem gibi... Bu Yaka ile tanımıştım onu ilk. Dili sert ama yüreği yumuşak olunca kendisine tılsımla yakın tutuyordu insanları, öyle karar vermiştim. Sonra evlenmişti, sevdiği kızla. Sonra en büyük tutkusu, yazmak ve Gerçek Hayat... Nasıl da sığdırmış hepsini kısa zamana. Oysa benden bile küçüktü değil mi yaşı? Oysa demişti ki en son onunla konuştuğumda, "kanserle boğuşuyoruz işte ama iyiyim!" Koymuştu o zaman da iyi olacağını düşünmüştüm, ta ki bugün öğrenene kadar. Keşke katılabilseydim cenazene ve keşke imam "hakkınız helal mi?" dediğinde olanca imkanımca "helal olsun!" diyebilseydim. Allah gani gani Rahmet eylesin!

The Agenda

Nowadays, one of the most dominant current issues in Bosnia is the decision of EU that the "Citizens of Serbia, Macedonia and Montenegro should be allowed to travel to most EU nations without visas, the European Commission has proposed." (Visit this link for the whole news on BBC). The thing is, while these 3 countries will be allowed to visit EU countries, even some war criminals perhaps like Mladic, Bosnia, Albania and Kosovo are not listed among them since they could not manage to finish the necessary process. It can sound fair however these things should be taken into account; Bosnia has a very complex decision making system including 3 different entities where Serbia generally would like harder the things. On the other hand, even though Serbia somehow finished the necessary process, is it enough to accept it without checking how decisive they are about paying the results of the war. Finally, the issue contains a structural unfairness in which Serbian and Croatian people of Bosnia have 2 citizenship (1 from Bsnia and 1 from their motherlands). It means that this situation basically affects only Bosniaks at the end who have only 1 citizenship. I have not so much idea about Kosovo and Albania, hence, I have not so much to write about them yet.

23 Temmuz 2009 Perşembe

Religious Sitcom?

Probably most of you have heard or even became fan of different sitcoms, either in your own original language or from other languages and nations, like Bill Cosby, Avrupa Yakası, Nanny etc. Now, I would like to introduce you an alternative one; a religious sitcom :) You can wonder how it is possible to have sitcom about religious issues or about religious people but basically being religious is not immune from facing with the funny parts of every day activities. Yes, this sitcom which is about a small community in Canada tries to do that. And according to my opinion they do quite well, even better than I could imagine. If you have possibilities to find, I would suggest you watch this sitcom called 'Little Mosque on the Prairie'. Actually, as I know, one of the Turkish TV channels was planning to show some episodes. But I am not sure if they ever have done or continue to do it.

21 Temmuz 2009 Salı

Trip to Dubrovnik (Croatia)

After long time, half a year it became actually, I exit the borders of Bosnia for going to Dubrovnik in Croatia. Actually, the trip was not basically for visiting but for some official procedures. My visa expired and I needed to leave the country and then enter again to start the process of 3 month legal staying period in Bosnia for every country citizens. It is a bit weird process but it works like that, what can I do?! Anyway, we wanted to have a small vacation with my husband also. Dubrovnik is a good choice since it is one of the most closest cities to the border between Croatia and Bosnia, we do not need via (well I do not visa because anyway my husband has no problems like that because of EU citizenship) to go to Croatia and it is one of the most beautiful cities around that area. B. Shaw calls this city as a 'pearl of Adriatic'. I did not see so many other Adriatic cities, but I can agree that it is quite nice city. We took bus from Sarajevo to Dubrovnik which goes directly and such kind of a bus trip generally takes around 6-7 hours. On this way, you see Konjic and Mostar as basic Bosnian cities. Interestingly, we did not only exit Bosnian border and enter to the Croatian one but we did this twice! Yes, because there is a small place after you enter into Croatia, called Neum, which is inside the border of Bosnia. hence, because of this small place belonging to Bosnia, you exit Bosnia and enter Croatia twice. Complicated? Everything is possible around here. A scene from a break from our bus trip somewhere between Croatia and Bosnia. During the whole trip, you see similar views; high mountains, green environment and green lakes...
...
Dubrovnik is not a big city, just around 45.000 population in regular times. I say 'in regular times' because during the summer time I think this number doubles or even triples! I have never seen so many tourists in one area and also I have never heard so many different languages at the same time. You even become tired to try to understand where they are from. By the way, there are especially German and Swedish tourists. We have arranged our hostel before we go there, hence, it was just a matter finding the address of it and get settled. A scene from our window where we stayed. I suggest you to use this web site if you plan to arrange a hostel from all around the world: www.hostelworld.com There are so many stone type old houses where the landlords are renting for tourists. So, you feel as if you stay in a real house, nice.

The city is not big as an area also. The most important part of the city is the 'old town'. There are so many things to see in that area; churches, monasteries, museums, fountains and even a mosque. We got a detailed map of old town before we go there and then see all the things what we wnated to see. Good to be organized. You can a scene from the main street of Old Town. There are beaches and some less crowded places to swim. You can also take boat trips to the closer small islands. We could get a chance for quite long walk around the places of Old Town, but I need to say, there are only houses, not so much special things to see.
Some tips for Dubrovnik; it is quite expensive city. You can search on wikitravel (http://wikitravel.org/en/Dubrovnik) where you can eat with cheaper prices before you go. There are some bakeries called 'pekara' where you can get cheaper stuff to eat outside wherever you want. Try to find a place to stay somewhere close to the Old Town. Otherwise you need to take bus in city every time when you want to go there. Below, you can see a nşght view from the Old Harbor.
Two days were totally enough to see most part of the city and all in all, it was really nice to see this small and beautiful city!

16 Temmuz 2009 Perşembe

Bascarsija Nights 2009

During the whole July, there will be activities like concerts, movies, art exhibitions as parts of 14th. 'Bascarsija Nights' festival. Together with nice weather, green environment and its famous colorful roses, these are the Best times of Sarajevo...

11 Temmuz 2009 Cumartesi

Do Not Forget!

Today is the 14th. anniversary of Srebrenica happenings. This year we are not attending the ceremony but I am sitting at home and watching some documentaries about Srebrenica and trying to keep my conciousness. They will bury 530 victims, whose only some parts were found, today. It is not known how long it will continue to bury people since it is not known exactly how many people died. Just try to think today for a while what happened there and wish nice things for both victims and for the survivals.

Small note: The name of Srebrenica comes from Srebren which means silver since silver mining was always important in that small area. However, today, the area is out of silver but its soil is now full of with victims maybe whose bodies are more valuable than silvers.

8 Temmuz 2009 Çarşamba

Improbable

Nice expression; improbable, which means not impossible but very unlikely to occur or happen. This is the name of the novel of Adam Fawer. It was different than I expected but in some terms, even better than I expected also. The book became more meaningful to me while I have been teaching statistics and probability course since 3 semesters in the university. Because the book is actually about the life of a lecturer of statistics and probability. Without going into details, here are some parts that I selected from the book:

Pascal was one of the early researches about probability issue. By using the expected value calculation (which is one of the basic calculations in probability theory today), he decided to change his life towards being more religious. Why? Here is the reason:
Which is greater?
a. Expected Value of hedonistic life
b. Expected Value of religious life
where
a= probability of no afterlife*joy from hedonism+probability of after life*eternal damnation
b=probability of no afterlife*joy from religion+probability of afterlife*eternal happiness
Pascal's logic was simple; if a was greater than b, he should be hedonistic but if b is greater than a, he should live religious life. Here, the value of eternal happiness was positive infinity and that the value of eternal damnation was negative infinity, hence, for the above calculations, a becomes minus infinity while b becomes positive infinity. Of course, then, a gets smaller than b which triggers Pascal to turn to religious life.

Laplace's Demon; Just because we can not measure the factors does not mean the coin flip is determined by chance. This theory basically was arguing that if ALL the factors of an event (let's say to flip a coin) are known like the speed of the particles in the air, the angle of our arm, the density of each side of the coin, the effect of any voices around us etc. etc. then prediction about what side will come as a result of flipping this coin could be done. But there is no program, human kind or any source which can take into account so many factors to predict the future events. And even for a small event like flipping a coin, there are so many factors, can you imagine how it would be hard to predict an event which is affected by more and complex factors? There are billions billions of events are happening around the world every day, how would it be so hard to predict so many events at the same time. Can you imagine? But as it was said above, just because we can not measure the factors does not mean they are the results of chance. (Can you imagine the complexity of the God's brain? :) Laplace also showed that the best way to predict reality is not to calculate the right answer but to figure out what answer will be the least wrong. (Nice principle :)

On the other hand, Laplace's Demon knows everything in the past, because the past is alway singular. But Laplace's demon does not know the precise future because there is more than one. Why? Because in each step of acting even the small changes move you towards different futures. To know all the facts never enough since to control them is something different. You wake up in the morning and if you could not drink coffee for example, later on you would need to go to a coffee shop where you will meet one of your friends and by keeping him or her via talking he or she will be late for the work which can cause his or her firing. If you could just manage to get a small cup of coffee in the morning before you leave the home, none would happen. Billions billions of different futures by very very small act of you in each day. Crazy? Yes, if you knew what each of them would cause you could trun into crazy easily. This fits so much into my fate theory. Nice... And finally, Deja vu (the feeling as if you had this moment before) is a memory of a possible future...

Bu arada, youkarıda bahsettiğim kitap Türkçe'ye Olasılıksız adı ile Şirin Yener tarfından çevrildi. İlgililere duyrulur!

27 Haziran 2009 Cumartesi

IUS's First Graduation Ceremony

Yesterday night we had our first graduation ceremony of our university since the establishment of the university in 2004. Actually, I have not been attending any of my graduation ceremonies until now. This time, I just wanted to be together with my students during their special time. Unfortunately it became longer than I expected since the long speeches of people and also our minister V. E. I think I will not change my tradition about not to go to ceremonies will continue, even for my own Phd one, because of the crowd, unnecessary speeches and loud music etc. Anyway, I was just feeling happy to see my students being excited of getting graduated. They will learn soon that this is not an ending but just a start of so many difficulties, challenges and beauties also :) Here are some photos...
I know, not the best photos but it was a bit dark inside and my battery depleted at the end :( Murph Rule was at work!

19 Haziran 2009 Cuma

Bosna Fasli 3

Evet, Bosna ile ilgili actigimiz fasla devam edelim. Bu defa size burayla ilgili bilgi edinebileceginiz kitap ve filmlerden bahsedecegim. Once kitaplar...
1. Short History of Bosnia (Noel Malcolm): It gives information from the medieval times to today. But the book also includes explanations and opinions of the author. Not only a pure history book... Despite it says short do not think it is very short though.
2. BIH (Mustafa Imamovic): This is a book written by a Bosnian historian. It covers the periods from ancient times to today but in more historian way.
3. Modernization of BIH (Fikret Karcic): He is a Bosnian academician whom I got my Bosnian History course also. The book covers more about the modernization process in Austria-Hungary times.
4. Gecmisten Gunumuze Bosnaklar (Aydin Babuna): Evet, Turkce bir kitap sonunda. Kitap agirlikli olarak Avusturya donemine yer verse de diger donemlere de yer ayiriyor. Su ana kadarki zikri gecen kitaplardan en cok inceleme ve yorum icereni bu bence.
5. Sevdalinka (Ayse Kulin): Henuz bu kitabi okuyamasam da Bosna ile ilgili savas donemine dair bir roman oldugunu soyleyebilirim. Ayrica, yazar Ayse Kulinin soyadindan hareketle orta cagdaki en buyuk Bosnak imparatorlarindan biri olan Ban Kulinin soyundan geldigini dile getirebilirim.
...
Simdi de filmler...
1. Perfect Circle (Abdullah Sidran): Bu topraklarin yetistirdigi onemli isimlerden biri Abdullah Sidran. Bu film, savas doneminden hemen sonra cekilmis olup savasa dair izlenimleri ozellikle 2 cocugun gozunden sunuyor.
2. No Mens Land (Danis Tnaovic): Bu filmi de nedense bulamadim bir turlu ama merakla bekliyorum izlemeyi. Ve bu da savasa dair bir film.
3. Wellcome to Sarajevo (Michael Winterbottom): Film gibi degil de bir haber kamerasindan belgesel gibi cekilmis fakat istedigimi pek de bulamadigim bir film.
4. Grbavica (Jasmila Zbanic): Yonetmenin odullu filmi, savastan sonraki yalniz bir annenin kiziyla olan iliskileri uzerine kurgulanmis. Bu arada, filmin adinin gectigi yer Saraybosnadaki onemli yerlesim yerlerinden biri, benim yasadigim yere de yakin. Savasin en cetin gectigi yerlerden biri imis. Filmdeki muzikler harika bu arada!
Fark edildigi gibi filmlerin agirligi savas uzerine. Ama yapilacak bir sey yok, savas bu insanlarin hayatini belki daha onlarca yil etkileyecek!

10 Haziran 2009 Çarşamba

What Could I be...?

Despite I like what I am doing so much, I am thinking sometimes what else I could be if I was not an academician. One of the things I guess is I could be a designer. Yees, an industrial designer. I do not know but I like to create different things without any limit and make people's life easier and nicer by new type of products. Here are some examples from industrial designes that make me jealous.
This one is one of the designs of Tamer Nakışçı, a young designer from Turkey. This is a carper consisting of 10 or more rectangular pieces. So, if you would like to change how your carpet looks like, you can just play with the pieces and get new shapes. And below you can see a USB stick, yes it is a USB stick :), which has a shape of donut. I know maybe it is not the best idea to carry it easily but it looks nice and makes me hungry :)

6 Haziran 2009 Cumartesi

Our One Year Anniversary :)

How fast the time is passing, I am realizing once more today because of our one year anniversary for the marriage. Wouv, it became 1 year already, ha?
...
There are so many thing to say but I do not think that I can do. I can only say thanks first to God and then to him for every second of our togetherness. We have been married since 1 year and we have been in each other's ives since more than 2 years which made so many changes on us and each other's lives. When I turn back and try to think about them, I am surprised how amazingly the good, positive and happy things dominate the bad, sad and negative ones. Maybe it is something like that to have a good relationship :)
...
Thanks to my lovely guy that he bravely changed so many things in his life and added so many different things in my life too. Thanks for being together with me, talking with me or at least praying for me every time when I need. Thanks for making me feel a woman and at the same time wakening the little girl hiding somewhere inside me since the sad times of my childhood. And finally, thanks for being loved by you with the purest love I have ever seen. Thanks a lot!
...
I wish we could be together for this special day but it did not happen. Hope to compensate it soon... By the way, today is also the national day of Sweden. It was not our meaning to have our wedding at the same time with the national day but it became just an interesting coincidence :)

29 Mayıs 2009 Cuma

From the University

My main reason to be in Bosnia is the university where I do my Phd and give some courses. The International University of Sarajevo... It is a Turkish based university which gives education to students coming from different countries but especially for the Turks and Bosnians. Today, we had some guests from European Muslim Community in which a famous figure, Tariq Ramadan, was appeared also. There was a lady from Belgium Muslim Women Organization and a guy from England. They have talked about "Faith-Based Organizations and Civic Society". It was especially nice for me to listen Tariq Ramadan, an important, young and effective intellectual.
...
I have been taking Phd courses since 1,5 year in my university and hopefully this semester will be the last. But for a first time a have got a small and nice memory from one of my classes (Foreign Policy course given by Stephen Spielman). Here is the photo.This is almost the whole of us. This old and sweet sitting at the front is our teacher. There are students from Bosnia, Turkey, Italy, Ukraine and Nigeria. (Try to find the Turkish ones from this one :))

28 Mayıs 2009 Perşembe

Bosna Faslı II

Soru: Bugünü anlamak için Bosna'nın tarihine değinsek bir özetimsi olarak.
Cevap: Öncelikle, bu topraklardaki 3 temel etnik grup yani Boşnaklar, Sırplar ve Hırvatlar orjin olarak Güney Slavlarından geliyorlar. Fakat tabi ki o zamanlar bizim bugün kullandığımız anlamda etnik bir ayrım söz konusu değil. Aralarındaki ayrım temel olarak dinsel. Sırplar Ortodoks, Hırvatlar Katolik ve Boşnaklar (asi ve çıkıntı kesim) Bosna kilisesi denilen ve de Vatikan tarafından kabul edilmeyen Bogomil öğretilerine bağlılar orta çağda. Bugün Bosna Hersek diye adlandırdığımız bölgenin malumdur ki sınırları da farklılıklar gösteriyor zamanlara göre. Bu noktada önemli bir not şu ki bölgenin en karışık kısmı hep Bosna olmuş. Çünkü Hırvatistan'da ağırlıklı olarak Hırvatlar, Sırbistan'da ağırlıklı olarak ise Sırplar varmış ve hala öyle. Bosna'da ise, sebebini bilmiyorum ama, halk hep karışık olagelmiş. Osmanlı 1463'te Bosna'ya Fatih zamanında ayak basıyor ve de uzun bir zaman dilimi içerisinde Bogomil Boşnaklar islamiyete geçiyor. Osmanlı'nın gerileyişi ile 1878'de Bosna Hersek geçici olarak Avusturya-Macaristan imparatorluğuna devrediliyor. İşte bu dönem sonu itibariyle özellikle Sırp olmak üzere milliyetçi hareketler başgösteriyor. Avusturya-Macaristan imp. Sırp ve Hırvatları 2 resmi etnik grup kabul ederken müslüman Boşnaklar bu aşamada geri kalıyor. Zannımca bu, islami millet aidiyetine olan bağlılıkları ve herhangi bir milliyetçilikten kaçınmalarından geliyor. Tabi başka sebepleri de mevcut; burjuvazi-elit eksikliği, politik yapılanmada gecikme vs. gibi. 1918'de yani savaştan sonra Sırbistan önderliğinde Sırbistan, Hırvatistan ve Sloven federasyonu (Birinci Yugoslav imp.) kuruluyor. İlginçtir ki müslümanların azınlık konumuna geçtiği andan itibaren yani Osmanlı'nın çekilmesi ile ara ara müslüman ajitasyonu gerçekleşiyor hep. Yani tarih soykırımlara yabancı değil bu topraklarda. 2. Dünya Savaşı sonrasında ise Tito önderliğinde komünist rejime geçiliyor ve 2. Yugoslav imp. dönemi başlıyor. 1970'lere kadar özellikle islamı kısıtlayıcı katı bir rejim iken 70'lerden sonra bir serbestleşme başgösteriyor ülkede. 1974'te ilk defa müslüman Bosnalıların kendilerini müslüman olarak tanımlamalarına izin verildi. Önceden kendilerini Sırp, Hırvat ya da Yugoslav olarak tanımlayabiliyorladı. Şurası önemli ki 1993'e kadar Bosnalı müslümanların kimlikleri etnik köken olarak değil din üzerinden tanımlanıyor; Hırvat ve Sırpların aksine. Ayrıca Sırplar ve HIrvatlar ısrarla Boşnaklar'ın müslümanlaşmış Hırvat ya da Sırplar olduklarını iddia ediyorlar. 1980'li yıllarda Sırp milliyetçiliği yükselişe geçiyor. Politik partiler, medya ve hatta ordu gücünü arkasına alan Sırplar 1992'de Boşnaklar'ın bağımsızlık ilanının ardından savaş açıyorlar. Bu arada, komünizmin çöküşünün ardından Yugoslavya'dan ayrılan ilk devlet Slovenya. BUnu Hırvatlar ve Makedonlar takip ediyor. Savaş süresince yaşananlar malumunuz zaten. Savaş, 1995 yılnda ABD'nin arabuluculuğu ve Dayton anlaşması ile sona eriyor. Fakat sorunların nihayete erdiğini söylemek zor. Öncelikle, Bosna-Hersek tek devlet gibi görülse de kendi içinde 2 ayrı devlet gibi; Hırvat-Boşnak Federasyonu ve Sırp Cumhuriyeti. Ülkenin batı ve güney kesimleri ilk gruba dahilken foğu ve kuzeyi Sırp Cumhuriyeti'ne dahil. İşin kötüsü şu ki Sırplar Bosna devleti diye bir devlet tanımıyor! Anlaşma ve ülkedeki AB-NATO-ABD güçlerinin etkisi ile yapay bir bağlanma içindeler Bosna'ya o kadar. Bütün bu güçler ülkeden ayrılırsa ne olur tartışması var şu an gündemde. Haziran'ın 30'unda OHR (yüksek temsilci) bir daha atanmamak üzere görevini tamamlayacak. Bunun, ülkede tekrar bir kaosa yol açabileceği konuşuluyor. Ben bu kadar ileri gidebileceğini sanmıyorum ama ufak çaplı karışıklıklara yol açabilir. Ayrıca, her ne kadar yabancı olarak biz fark edemesek de, insanların günlük yaşantılarında 3'lü bir ayrım olduğu söyleniyor yani beraber çalışmak zorunda olsalar da Hırvatlar, Sırplar ve Boşnaklar ayrı takılıyorlar tabiri caizse. Ülkenin çok karışık bir politik yapısı var şu an. 2 entitite, kantonlar, 3 ayrı başbakan vs. Her şey sistemin işleyişini yavaşlatıyor. Hayırlısı, ne diyelim!

Soru: Bosna'da özellikle Saraybosna'da gezilebilecek yerler nereler?
Cevap: Saraybosna, 400 bin civarı bir nüfusa sahip. Çoğunluğu Boşnaklardan oluşuyor. Şehir doğu batı doğrultusunda ince bir şerit halinde uzanıyor. Batı ucunda haşmetli İgman dağı dikiliyor. Şehrin dağlık bölgelerinde halen temizlenmeyen mayınlar olduğu için bilen bir kişi olmadan dağ gezisini tavsiye etmem hiç. Şehrin doğu ucunu ise Başçarşı oluşturuyor. Hani şu Türk televizyonlarında, kartpostallarda en çok yer alan Sebil ve eski Osmanlı çarşısının olduğu yer. Hayal kırıklığı yaratmak istemem ama şehirdeki Osmanlı yapıları sadece burada bulunmakta ve de o da oldukça kısıtlı bir alan. Bosna tarihi dersini aldığım kıymetli hocam Fikret Karcic'in ifadesi ile şehir 3 değişik zamana ait 3 silüete sahip; Başçarşı'dan Ferhadiye'ye kadar Osmanlı, Ferhadiye-Marin Dvor arası Avusturya-Macaristan ve buradan ta diğer uç Ilıca'ya kadar komünist dönem. Gezilecek bölge de daha çok bu Başçarşı-Ferhadiye civarı... İgman dağı yamacındaki yemyeşil alan Virala Bosna ise piknik ve dinlenme için çok hoş. Ben, neredeyse şehir boyunca uzanan nehir kenarını seviyorum çok. Yürüyüş ve sükunet için birebir. Saraybosna Milli müzesi ise görülmesi gerekn bir başka yer. Romalılar, Bogomil dönemden kalma eserler görmek mevcut. Bunun dşında, Saraybosna'ya 3 saat kadar uzakta olan Mostar başka bir gezi alternatifi olabilir. Tabi ki Mostar köprüsü en önemli yeri bu şehrin. Ufak ve şirin bir çarşısı var Mostar'ın ayrıca. Vezirler şehri diye adı geçen Travnik bir başka gezilecek yer. Kalesi, eski camileri ve nehir kenarı ile ben bu şehri çok sempatik buldum.

Soru: Bosna ve Boşnaklar genel olarak bizim Türkiye'deki Boşnak ve Bosna algımıza göre nasıl konumlanıyorlar?
Cevap: Öncelikle şunu söyleyeyim ki eski Osmanlı topraklarına bakışımız, Türkler olarak, çok romantik. Saçma hareketlere dönüşmedikten sonra bunda bir beis görmesem de bu romantik bakışın bugünün gerçeklerini algılamamızda bizi engellediğini düşünüyorum. İkinicisi, Bosna, özellikle ve Saraybosna, ve de Boşnaklar bize Türkiye'de ekranlardan ve medyadan sunulan gibi değil. Bunu herhangi bir olumsuzlama vs. olarak değil, açıklayıcı olması açısından söylüyorum. Buralar Osmanlı zamanında bile Osmanlı'nın en uç Batı bölgesi imiş. Ki bunun ardından Avusturya-Macaristan ve komünist tecrübeden geçmişler. Bunların, üzerlerinde etki bırakmamış olması imkansız. Yani tarihlsel tecrübeleri 1878'den beri bizden farklı. Şehre adımınızı attığınızda fark ediyorsunuz ki burası doğuya değil kesinlikle batıya yakın. Zaten kendilerini de müslüman batılılar olarak tanımlıyorlar.

Şİmdilik bu kadar olsun, devamı gelir inş.

24 Mayıs 2009 Pazar

Ufak bir Paylaşım

Türkiye'deki, özellikle de İstanbul'daki, cami ve diğer tarihi yapıların içindeki iç içe geçmiş, rengarenk çini işlemeleri ve hatları beni yorardı. Yani figürler bir yerlerde bitmazdi, sanki hep devam edip gideceklermiş gibi sanırdınız bir yerlere doğru. Yorulurdum, bakmaktan, içlerinden anlam çıkarmaya çalışmaktan, bir düzene oturtmaya çalışmaktan. Bunun tam da olması gereken olduğunu ancak geçenlerde fak edebildim; İsmail Faruki'nin "Tevhid" adlı kitabını okurken... Kitabının 'esetik ilkesi' adlı bölümünde şunları dile getiriyor yazar: "Arabesk (İslam sanatının genel tasarım adı diyebiliriz buna) süslediği objeyi bütün yönlere sonsuz olarak yayılan ağırlıksız, saydam ve yüzen bir modele dönüştürür." İslam sanatının özünün insan ve tabiatla değil ilahi olanla bağlantılı olduğundan resmedilen ve ya stilize edilen her neyse sonsuz olana ancak onların silikleşmesi ile uzanacağını ifade ediyor. Çiçek motifi mi çizeceksin? Doğadakinin aynsını çizmek seni onunla kısıtlayacak. Halbuki bunun ötesine geçmek istyorsan birbirine bağlı, göz alabildiğine uzanan çiçekler çizeceksin ki çiçek gözden taşıp gönüle uzansın. Aynı şey insan figürleri için degeçerli. Onun da asıl varlığını, kişilik ve karakter gösterimlerinin silikleşmesi ile sağlayabilirsin. Bakınız minyatürler... Yani ağırlık, mekan, hacim vs., bütün bu dünya sınırlayıcıları çizdiklerinizden uzak olacak. Ve aynı durum hat çalışmaları için de geçerli. Birbirlerine eklenen, iç içe geçen, sonsuzluğa uzanan kelimeler...

15 Mayıs 2009 Cuma

(Saray)Bosna Hakkında Sıkça Sorulan Sorular/Merak Edilenler I

Ne zamandır aklımda buraya Bosna ile ilgili tanıtıcı yazılar yazmak lakin vakit ancak müsait olabildi. Aklıma ne gelirse yazmaktansa bana sıkça sorulan sorular ve cevapları şeklinde düzenleyeyim diyorum. Bakalım nasıl olacak ?!
...
Soru: Bosna'ya nasıl gidilir?
Cevap: Öncelikle, Bosna'da 1 tek havalimanı var, oda başkent Saraybosna'daki Butmir havaalanı. THY'nin sıkça seferleri var fakat oldukça pahalı, özellikle de yolculuğun sadece 1 saat sürdüğü göz önüne alınırsa... Bosna'nın yerel hava şirketi, Air Bosna zaten çok sefer yapmıyordu ve eski Rus tipi uçaklara sahip idi. Zaten artık onun 49%'unu da THY aldığı için Türkiye'den uçuşlar için monopol bir ortam doğduğunu söyleyebilirim. Bunun dışında, karayolu da bir tercih olabilir ama otobüs yolculuğu hem uzun sürüyor hem de Yunanistan, Bulgaristan gibi AB üyesi ülkelerden geçildiği için vize alma sorunu var. Ha bu arada, Bosna, Türk vatandaşlarından 3 ay kalma süresi dahilinde vize istemiyor. Özel seyahat şirketleri de düşünülebilir. Ama onların fiyatları, organizasyonları hakkında tek tek bilgim yoktur maalesef.

Soru: Savaşın izleri var mı hala oralarda, hem maddi hem manevi olarak?
Cevap: Bu soruya cevabım en çok Saraybosna hakkında ve de gördüğüm tek tük şehir hakkında olacak. Önce Saraybosna... 3 yıl boyunca ara vermeden saldırı yaşayan ve hemen hemen etkilenmeyen hiç bir bölgesi olmayan bir şehirde tabidir ki hala savaşın maddi izleri var. Aşağı yukarı her apartmanda kapatılmak istense dahi bir tarafından belli olan top ve mermi izleri var. Özellikle de yüksek binalarda. Bunların bir çoğu, yanlış bilindiği üzre, savaşın hatıralarını canlı tutmak için değil fakat maddi yetersizlikler dolayısı ile onarılamıyor. Fakat yine de onarım geçiren bina sayısı oldukça fazla. Mesela bizim oturduğumuz bina Fransa'nın katkıları ile onarılmış. Girişte levha var buna dair. Bundan başka, yol üstünde top izlerine rastlamak da mümkün. Zaten bunları kırmızı boyayla doldurup Saraybosna gülü diye adlandırıyorlar. Mostar da Srebrenica da durum şağı yukarı aynı, yani top izleri, mermi izleri ve onarılmaya devam edilen binalar... Manevi anlamdaki tespitlerde bulunmak biraz daha zor çünkü Boşnak halk ile çok sıkı bir bağım yok ve de bu konuda konuşmak hassas geliyor hem bana hem onlara... Ama diyebilirim ki, savaştan dolayı olabilir, toplumda bir çekimserlik var. Tramvayda biri birini boğazlasa kimsenin kılı kıpırdamıyor. Dövüş, kavga vs. olaylarından olabildiğince uzak durmaya çalışıyorlar gibi geliyor bana. Haksız da sayılmazlar tabi. Sokakta yürüken bacağını, kolunu kaybetmiş orta yaşlı erkek görmek oldukça olası. Herhangi güçlü bir patlama olduğunda halkın korku yaşadığı kanısındayım, hatıralara binaen. Hatta ben bile olumsuz etkileniyorum. Mesela, bir defasında akşam sokakta yürürken bir patlama sesi duydum. İlk tepkim şu oldu; "Allah, savaş başladı herhalde tekrar!" Sonra fark ettim ki meğer havai fişek gösterisi oluyormuş. Bu korku hali hoş değil tabi ama ben Bosna tarihini ve şu anki politik durumu öğrendikçe daha da çok korkuyorum desem yeri. Neyse, buna daha sonra değineyim. Devam niyetiyle...

Not: Bu ara Eurovision var ya hadi ona da değinmeden geçmeyeyim. Bizim durumumuz malum; Türk usulü salla pati Britney Spears versiyonu bir şarkı ile katılıyoruz. Her ne kadar şansımız olduğu söylense de ben şarkıyı beğenmedim. Favorilerim ise şöyle; Ermenistan (hem yerel kıyafetler hem de yerel tını çok hoş), Norveç (tamam şarkı çok çok harika değil ama seslendirenle baya güzel oluyor :), Bosna (onlara torpil geçmiyorum ama hakkaten güzel şarkı), Portekiz (kazanacaklarını sanmıyorum ama dillerini dinlemek hoş). Millet Azerbaycan'ı da beğenmiş. Şarkıyı mı yoksa kızcağızı mı beğendiler o konuda şüpheliyim. Hadi miss world olsa yarışma neyse de... Yunanistan için katılan vatandaştan da hiç hazetmiyorum. Allah vere de seçilmese, müzik denen şeyin ruhuna hakaret olur yani. İşte benim yorumlarım böyle, bakalım yarın neler olacak? :)

10 Nisan 2009 Cuma

Spring and My Pumps :)

















I do not know what the basic signs of the spring are for you, but for me they are the blossoming trees and what I am wearing, especially as shoes :) Nowadays, Sarajevo is full with the blossoming trees (white, pink, yellow) as in the picture. And, yeees, I can now start to wear my lovely pumps that I bought from din skor (a swedish shoe shop) in rea (discount). Signs are ok for me now, spring is here!!!

31 Mart 2009 Salı

Bosna ve Deprem

Deprem olgusunun Turkiye ve ozellikle Istanbulla sinirli oldugunu ve de buralarda olmadigini sanan ben azicikin yaniliyoruz bu aralar. Ilk once dun ogle saatlerinde, sonra da bu gece asagi yukari 5 civarlarinda (sismograf gibiyim masallah :) iki deprem oldu burada. Cok da yabanci degillermis depreme buradakiler. Yalnizca buyuk depremler olmuyormus o kadar. Hadi ben neyse de Freddie´nin Isvecli bunyesi omru hayatinda ilk kez deprem tecrube etmis oldu, eee her seyin bir ilki oluyormus demek.
Not: Su an aldigim bilgilere gore hakkaten de 5 siddetindeymis, vallah sismograf gibiyim :))

5 Mart 2009 Perşembe

Issız Adam


Türkiye faslı da göz açıp kapayıncaya değin geçti işte. Saraybosna bıraktığımız gibi karşıladı bizi; yağmurlarla... Hoş Manisa ve İstanbul'un da buradan kalacak yanı yoktu ya neyse. Türk politika haberleri, kitaplar ve Çağan Irmak'ın en yeni filmi Issız Adam, üzerimde buraya taşıdığım belli başlı Türkiye kalıntıları. Canım politikada konuşmak istemiyor. Kitaplarıma diyecek yok zaten. Hadi size Issız Adam'dan bahsedeyim. Aslında ben pek bahsetmeyeceğim. Sadece diyeceğim ki öğrencilik yıllarımda kendi başıma uzun vakitlerimi geçirdiğim ve de çok kişinin bilmediği Taksm Balık Pazarı ikinci el kitapçılarını filmde görmek çok hoştu. Bir de eski zaman şarkılarını dinlemek... Zaten bir tanesini film müziği yapmışlar. Fakat ben bunu değil de Semiramis'in söylediği Bana Yalan Söylediler şarkısını çok beğendim. İçindeki gitar ritmleri o kadar şahane ki! Filme gelince... Hoşuma giden bir yazıyı alayım buraya. Kendim bir şey yazmayayım pek.
...

Çağan Irmak'ın yeni filmi Issız Adam‘ı izledim geçtiğimiz günlerde. Tek başıma gittim. Normalde sinema benim için “birliktelik” işidir. Yani yanımda en az bir arkadaşım olmalı. O büyülü karanlığa, perdede geçen kurgulanmış hikayelere tezat olsun diye gerçekle bir bağım olsun isterim yanıbaşımda.

Issız Adam ile ilgili mümkün olduğunca az eleştiri, az ön bilgiye mağruz kalmaya çalışmıştım gitmeden önce. Kulaklarımı tıkadım. Buna rağmen sızan ön bilgiler arasında öyle bir tanesi vardı ki, muhakkak yalnız, tek başıma gitmeliydim. O ön bilgiyi paylaşmak istemiyorum. Ama gerçekten de “yalnız” gitmek doğru bir kararmış benim için.

Öncelikle Issız Adam’ın aceleye gelmiş bir film olduğunu düşündüğümün altını çizerek başlamak istiyorum. Senaryo öyle kopuk ki, sanki 5 sezon devam etmiş bir dizinin 5, 16, 21, 34, 43, 51. bölümlerini izlemişim gibi bir his verdi. Yani “film” olarak alındığında Issız Adam başarılamamış, hikaye oturtulamamış, zıplayan bir yapıya bürünmüş.

Aslında anlatılmak istenen hikaye oldukça sert ve gerçek olmasına rağmen, karakterler doğru adımlarla geliştirilememiş görünüyor. Ama şu bir gerçek ki, bu 5 sezonluk dizinin en vurucu bölümlerini izlediğimi hissettim.

Issız Adam’ın vurduğu nokta bu dönemin aşklarını çok gerçek bir şekilde verebilmiş olması. Hepimiz kendimizden bir şeyler bulduk hikayede. Çünkü biz de bu kadar garip ve nedensiziz aşkın ortasındayken.

Bu dönemin en büyük açlığı sevilmek. Sevilmek istiyoruz. Hem de efsanevi bir şekilde. Roman karakteri olmak istiyoruz ama yaşadığımız bu modern hayatta pek roman yazılmıyor. Ya da şöyle demeliyim, hiçbirimizin yaşadığı, bildiğimiz ve ihtirasla okuduğumuz bir romana benzemiyor ve benzemeyecek de. Çünkü biz de bu dönemin insanıyız. Sığ, çabuk tüketen, ne aradığını ve nasıl mutlu olacağını bilmeyen ama delicesine mutluluğu isteyen insanlar… Para, kariyer ya da şan, şöhretin peşinde koşuyoruz. Egolarımızı büyütünce mutlu olacağımızı zannediyoruz.

Buna rağmen, yaşanan bu modernite içerisinde roman karakteri gibi bir ilişkinin peşindeyiz. Karşımıza çıkanları önce herkese benzetiyoruz. İstemediğimiz herkese. Daha sonra bir küçük tavır, hareket, cümle birden bizi “Bu o mu yoksa?“ya götürüveriyor, işte bu derece açız sevilmeye.

Kim olursak olalım, hangi sosyal statüye sahip olursak olalım, aşkın ışığını cılız da olsa gördüğümüzde afallamaya başlıyoruz. Roman karakteri oluveriyor bir anda herkes “o” dahil. Tekrar ettiğimi bile bile yine yazıyorum; çünkü sevilmeye açız.

Bazı kriterlerin ya da farklılıkların aşık olma eşiğimize kadar taşıyvermesi çok kolay artık. Bazen de “o” olmadığını bildiğimiz halde, çarpık haller, kusurlar bile bize çekici geliyor. Diğerlerinden farklı oluşunun nedenlerinin zarar verici olması bile onu daha çekici kılabiliyor. Onu ayrıştırıyor ve aşık olmaya yelteniyoruz.

İşte Issız Adam bu noktaları, o kadar net veriyor ki, hepimiz karakterlerde kendimizi buluyoruz. Bu netlikler, karakterlerin özlediğimiz, yoğun ve derin bir aşk içinde olduğunu göstermiyor. Aksine günümüz ilişkilerinin sığlığını ve çabucak oluverişini ve hemen tüketiliverişini sertçe yüzümüze vuruyor.

Netlikler bölük pörçük ve hatta tam birbirine oturmuyor ama biz hayatımızdaki parçalarla, filmin kurgusundaki bu boşlukları gayet güzel bir şekilde dolduruyoruz.

Bir sürü eksik harf ve harflerin birçoğu yalnış yerde. Ama beynimiz ve yaşadıklarımız Issız Adam’ın bu boşluklarını öyle güzel dolduruyor ki, cümlesini gayet net bir şekilde okuyabiliyoruz. Çünkü bizim roman olamayacak kadar etkisiz hikayemiz anlatılıyor.

FriendFeed‘de Göze Sencer filmden bahsetmiş. Aslında Dilek Önder‘in film ile ilgili eleştirilerine katıldığını belirtmiş. Dilek Önder şöyle diyor;

Nerede, kim, kimi seviyor arkadaşlar, kendinize gelin.

Topu topu 1 aylık bir ilişki hadi hatırınıza aşk diyelim, yaşadılar sonra da erkeğin bağlanamama krizi yüzünden ayrılmadı mı bunlar?

Daral geliyor ve her daral gelen adam gibi, “Ayrılalım” diyor. Adam öteki hayatı seçiyor.

Şimdi sevgi bunun neresinde? Sevgi bu mudur yani? Vermektir, fedakârlık etmektir, emektir, paylaşmaktır…

Öyle sadece kakada kikidi ve sevişmeyle olmaz. Doğru mu? Eee? Bu ne yapıyor? Sıkışınca kaçıyor.Siz de bu adama ağlıyorsunuz?

Tüm bu eleştiriler filmin olmamışlığına dair değil de, olmuşluğunu gösteriyor bence. Zaten Alper gerçek biri olsa, bi’ tanıdığımız olsa, aynen Dilek hanımın yazdıklarını söylerdik yüzüne. İşte bu da karakterin ne kadar günümüz gerçeğine uygun olduğunu gösteriyor.

Maalesef ilişkiler bu kadar garip şimdi. “Bunun neresi aşk, neresi sevgi” diyoruz. Değil zaten. Bilinen, eski, saf, temiz, tutkulu ilişkilerden yaşmıyoruz ki artık.

1 ayda yükseliyor, kapılıyor ve ay sonunda bitiveriyoruz. Ve adını büyük, tutkulu aşk koyuveriyoruz. Çünkü işimize geliyor. Hızlı yaşıyoruz biz, hızlı tüketiyoruz herkesi ve her şeyi.

Aslında bu film aşk filmi değil “İstanbul” filmi. Gerçek bir İstanbul filmi. Hepimizin bu şehirde yaşadıkları kadar saçmadır filmin hikayesi. Hepimizin ilişkileri kadar sığ, hepimizinkiler kadar abartılmıştır. Abartırız yaşadıklarımızı, dünyanın kaderiyle oynarız sanki, büyük büyük laflar, felsefi ağıtlar.

İzlerken ağladık çünkü bizdik o perdedeki karakterler. Gözleri, bakışları, dokunamayışları, sevmeye korkmaları, başkalarına kaçmaları, başkasını sever gibi yapıp, işe yaramayan intikamlar almaya uğraşmaları, hepsi bizdik. Biz de aynen böyle garip kalıyoruz ilişkiler ortasında artık. Bizi bu dönem mi böyle yaptı yoksa biz mi eskileri yozlaştırdık bilmiyorum.

Öyle bir annesi olan birinin, nasıl değişebildiğinin, yaşadığı saçma hayatın, inandığı saçma hedeflerin ve koşturmanın, yani İstanbul’un, saflığı nasıl da bozduğunu, nasıl aşkın en güzel hallerinden bile korkan biri çıkarttığını gösteriyor.

Diğer tarafta romanlardaki aşkın peşinde olan ama birçok kez öyle bir aşkı yaşadığını zannedip kapılıveren bir kız. Darbeler alan, yıkılan ve güçlü olduğunu, kimseye ihtiyacı olmadığını, tek başına ayakta durmanın marifet olduğunu zanneden, hayatı sonuna kadar “öğrendiğini” varsayıp, yine hataları yapmaktan geri durmayan ve hatta bu hataları yaşamış olmaktan mazoşistçe haz alan ama bunu dışarıya belli etmeyen bir kız.

Buyuz, biziz bu karakterler. Biraz incitici, maalesef gerçek.

12 Şubat 2009 Perşembe

Vacation Time: We are going to Turkey!!!

Finally, after soo long term, I have chance to get a nice vacation first in Manisa and then Istanbul. Unfortunately the vacation is not so long, just 2 weeks but I am happy about it. At least it is better than nothing :) And the good part is, I have not been in Manisa since 1 year. I missed it actually. I wonder how it looks now. Of course it will be so nice to be in Istanbul again. Hopefully all these goods things happen because it has been snowing since 2 days here. I do not wanna have cancelled or delayed flights, hopefully!

Note: On the picture, my nice pink and girlish suitcase+Freddie´s bag. I will fill mine with lots of books in Turkey. It is my biggest dream at that moment :)
...
Yarin itibariylen Manisa´ya geliyoruz insallah, ilgililere duyrulu!!!

10 Şubat 2009 Salı

Brighter Than Sunshine :)



I never understood before
I never knew what love was for
My heart was broke, my head was sore
What a feeling

Tied up in ancient history
I didn´t believe in destiny
I look up you're standing next to me
What a feeling

What a feeling in my soul
Love burns brighter than sunshine
Brighter than sunshine
Let the rain fall, i don't care
I'm yours and suddenly you're mine
Suddenly you're mine
and it's brighter than sunshine

I never saw it happening
I'd given up and given in
I just couldn't take the hurt again
What a feeling

I didn't have the strength to fight
suddenly you seemed so right
Me and you
What a feeling

What a feeling in my soul
Love burns brighter than sunshine
It's brighter than sunshine
Let the rain fall, I don't care
I'm yours and suddenly you're mine
Suddenly you're mine

It's brighter than the sun
It's brighter than the sun
It's brighter than the sun, sun, shine.

Love will remain a mystery
But give me your hand and you will see
Your heart is keeping time with me

What a feeling in my soul
Love burns brighter than sunshine
It's brighter than sunshine
Let the rain fall, I don't care
I'm yours and suddenly you're mine
Suddenly you're mine

9 Şubat 2009 Pazartesi

Sarajevo Winter Festival

Sarajevo Winter Festival has been arranged since 1984. Every year, it has different concepts and basic messages. This year's theme is Organic life as it can be seen from the poster on the right side. Concerts, exhibitions, conferences et.c are held due to this festival. Unfortunately I did not attend any of them yet because of my busy schedule but I am planning to go one concert soon. Let's see...


5 Şubat 2009 Perşembe

Erkekler Mars'tan Kadınlar Venüs'ten, eee sonra?

Bu kitabın ismi ne kadar sık duyuluyordu bir aralar ve ben o zaman belki o yüzden okumak istememiştim. Artık vakti geldi herhalde ki kütüphanenin raflarında görünce okuyasım geldi. Eh fena olmadı hani. Önce eleştirilerim... Kitap öyle bir hava yaratıyor ki sanki erkeklerle kadınlar, özellikle de evli çiftler, arasındaki her türlü anlaşmazlık, onların farklı olmalarından kaynaklanıyor gibi. Yazar tabi yaratılıştan gelen farklılıklar demekten imtina ediyor ve de farklılıkları, hem daha iyi sembolize edecek ve kolay anlaşılır olan farklı gezegenlerden gelme nedenine bağlıyor. Mars'ta yaşam başka, orada doğup büyüyenler başka, Venüs'te yaşam başka, orada doğup büyüyenler de başka... Ve de bir gün bu iki farklı gezegenli yaratıklar dünyada karşılaşınca problemler kaçınılmaz hale geliyor. Yani kişilik, yetişme, eğitim vs. farklılıkları erkek olma ya da kadın olma farklılıklarının potasında eritiliyor. O zaman şöyle bir hale geliyor ki erkek kendi doğasını kadın da kendi doğasını reddedemeyeceği ve değiştiremeyeceği için ve de her türlü problem farklı cinsiyette olmaktan dolayı ortaya çıktığı için çiftlerin karşılaştıkları problemlerde çözüm, farklılığı kabullenip ona göre hareket etmekte yatıyor. Doğrudur ki bu iki cinsiyetin yaratılıştan gelen fıtrat farklılıkları olsa da kişilik denen ve değişebilen bir yan da yok mu? Ve de bazı problemler bundan mütevellit doğmuyor mu? İşte bu benim en büyük eleştirim yazara karşı. Ama buna karşın, hangi problemin neden kaynaklandığı, hayatımızdaki genel problemlerin ne kadarının hangi nedenden olduğuna dair sorulara verilecek cevabım ise yok maalesef. Bunun dışında, yazarın kendi evlilik hayatından örnekler vermesi, hataları ile sevabı ile, kitabı daha sıcak kılıyor. Mükemmel ilişkileri olan ulaşılmaz bir psikoterapi ustası portresinin altında ezilmiyorsunuz okurken. Bu da en birincil iltifatım olsun kitaba dair.
...
Önce erkeklere dair tespitler: "Bir erkeğin benlik bilinci, sonuç alma becerisiyle tanımlanır. Bir erkeğe o istemeden öneride bulunmak, onun ne yapacağını bilmediğini ya da bunu kendi başına yapamayacağını ima etmek demektir. Marslılar (yani erkekler) kendilerini iyi hissetmek için sorunlarını kendi başlarına çözmek amacıyla mağaralarına çekilirler." Ve yazara göre mağarasına çekilmiş bir erkeğe yapılabilecek en büyük hata, çoğu kadının yaptığı, içeri girip onu konuşturmaya çalışmaktır. Bu noktada yazar hem kadılara hem erkeklere böyle anlarda neler yapabileceklerine dair önerilerde bulunuyor. Şimdi de kadınlara dair tespitler; "Bir kadının benlik bilinci, duygularının ve ilişkilerinin niteliğiyle tanımlanır. Venüslüler (yani kadınlar) kendilerini iyi hissetmek için biraraya toplanıp sorunlarını açıkça konuşurlar." Hemcinslerim adına söyleyebilirim ki kadınlara dair bu tespitler çok yerinde. Kendimi düşünüyorum da yoğun geçmiş bir günün ardından iple çektiğim bir şey eve gelip günün özetini eşimle paylaşmak. Hatta yolda gelirken nelerden bahsedeciğimi bile düşünerek sevindirik olabiliyorum :) Şikayet etmek, sorunlara çözüm aramak vs. için değil ama sadece konuşup paylaşmak için. İşte yazar diyor ki tam da bu noktada kadın ve erkeklerin en çok sorun yaşadığı durum açığa çıkıyor ki kadınların bir çoğu, partnerlerinin kendilerini yeterince dinlemediğinden şikayetçiler. Peki eğer karşı cins isteklendirilmek isteniyorsa ne yapılmalı? İşte bazı öğütler; "erkekler kendilerine ihtiyaç duyulduğunda güçlenip harekete geçerlerken kadınlar sevildiklerini hissettiklerinde harekete geçip güçlenirler." Kulağa oldukça yakın geliyor. Bundan değilmidir ki bir çok filmde, kitapta, reklamda vs. erkekleri etkilemek ve istediklerini yaptırmak isteyen bayanlar erkeğe ne kadar ihtiyaç duyduklarını hissettirmeye çalışırlar. Burada hoş bir örnek veriyor yazar, farklılıklara dair. Mesela eşinizle arabada bir yere gidiyorsunuz ve de vaktinde yetişmeniz gereken bir yer var. Eşiniz, erkek, bir türlü yolu bulamıyor. Bu durumda işleri sarpa sardırmanın en kısa yolu, genelde kadınların yaptığı gibi, ani önerilerde bulunarak erkeğe yetersiz kaldığını hissettirmek. Mesela; "böyle giderse hayatta yetişemeyiz. Sana teminden beri diyorum, öteki yola sapmalıydık. Birine sorsan?" vs. Ufak gibi görünen ama sık sık düşülebilen cinsten hatalar.
...
"Bir erkek bir kadını sevdiğinde, daha fazla yakınlaşmadan önce belli zamanlarda kendini geri çekme gereği hisseder." Yani yazarın tabiriyle erkekler lastik şerit gibidir. Yani yalnızlık ve yakınlık dürtüleri arasında gider gelir. Yine bir hata olaraktan erkek kendini çektiği zamanlar kadınlar aşırı üste gitmelerle durumu kötüleştirirler yazara göre. Ama bu da makuldür onlara göre, çünkü erkeğin geri gelmeyeceğinden korkarlar. Yazar, kadınları ise dalgalara benzetiyor.
...
Oldukça ilginç bir ölüm ise kadın ve erkeklerin temel sevgi gereksinmelerinin neler olduğuna dair. Kadınlar için sıralama şöyle; 1. şefkat 2. anlayış 3. saygı 4. bağlılık 5. haklı görülme 6. güvence Erkeklerin sıralaması ise şöyle; 1. güven 2. kabul 3. takdir 4. beğenilme 5. onay 6. teşvik. Ne kadar farklı görünüyor değil mi?
...
Kitapta daha pek çok bölüm var ama uzatmamak için hoşuma giden bir kısımla bitireyim. Her şeye rağmen, diyor ki yazar, aşkın mevsimleri vardır. Mesela; aşık olmak ilkbahar gibidir, sonsuza dek mutlu olacakmışız gibi bir duyguya kapılırız. Yaz mevsiminde ise eşimizin sandığımız kadar kusursuz olmadığını ve ilişkimiz üzerinde çalışmamız gerektiğini anlarız. Sonbaharında, yazın ilişkimize iyi baktı isek hasadını alırız. Daha olgun bir aşka yelken açarız. Kışın ise soğuk veverimsiz aylar gibi içine kapanma, yenilenme zamanı gelmiştir.