Türkiye'deki, özellikle de İstanbul'daki, cami ve diğer tarihi yapıların içindeki iç içe geçmiş, rengarenk çini işlemeleri ve hatları beni yorardı. Yani figürler bir yerlerde bitmazdi, sanki hep devam edip gideceklermiş gibi sanırdınız bir yerlere doğru. Yorulurdum, bakmaktan, içlerinden anlam çıkarmaya çalışmaktan, bir düzene oturtmaya çalışmaktan. Bunun tam da olması gereken olduğunu ancak geçenlerde fak edebildim; İsmail Faruki'nin "Tevhid" adlı kitabını okurken... Kitabının 'esetik ilkesi' adlı bölümünde şunları dile getiriyor yazar: "Arabesk (İslam sanatının genel tasarım adı diyebiliriz buna) süslediği objeyi bütün yönlere sonsuz olarak yayılan ağırlıksız, saydam ve yüzen bir modele dönüştürür." İslam sanatının özünün insan ve tabiatla değil ilahi olanla bağlantılı olduğundan resmedilen ve ya stilize edilen her neyse sonsuz olana ancak onların silikleşmesi ile uzanacağını ifade ediyor. Çiçek motifi mi çizeceksin? Doğadakinin aynsını çizmek seni onunla kısıtlayacak. Halbuki bunun ötesine geçmek istyorsan birbirine bağlı, göz alabildiğine uzanan çiçekler çizeceksin ki çiçek gözden taşıp gönüle uzansın. Aynı şey insan figürleri için degeçerli. Onun da asıl varlığını, kişilik ve karakter gösterimlerinin silikleşmesi ile sağlayabilirsin. Bakınız minyatürler... Yani ağırlık, mekan, hacim vs., bütün bu dünya sınırlayıcıları çizdiklerinizden uzak olacak. Ve aynı durum hat çalışmaları için de geçerli. Birbirlerine eklenen, iç içe geçen, sonsuzluğa uzanan kelimeler...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
1 yorum:
allah razı olsun.....
Yorum Gönder